Moderatörlüğünü Tüketici Hakları Merkezi derneği (TÜMER) Genel Başkanı Fatih Dinler’in yaptığı panelde, Uluslararası Tüketiciler Derneği (UTD) Genel Başkanı Sebahattin Doğan, Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF) Genel Başkanı Aziz Koçal ve Tüketici Birliği federasyonu (TBF) Genel Başkanı Mehmet Bülent Deniz katılımcıları tüketici meselelerinin farklı konularında bilgilendirdiler.
Paneli izleyen kadınların da kendi deneyimlerini paylaştığı, cevap aradıkları soruları sorduğu panelde ilk konuşmayı Uluslararası Tüketiciler Derneği (UTD) Genel Başkanı Sebahattin Doğan yaptı.
Dünyadaki israf oranlarına dikkat çekerek konuşmasına başlayan Doğan, tüketim doyumsuzluğuna geldiğimiz süreci çarpıcı bir video sunumu görsel hafızlara yerleştirdi. Doğan video sunumu sonrası devam ettiği konuşmasında dünyadaki ve ülkemizdeki israfın boyutlarına söyle dikkat çekti;
“Günde 4 milyon 900 bin ekmek israf ediliyor. Bu öyle büyük bir rakam ki, dörtte biri ile 870 milyon insan doyabiliyor. İsrafa ilişkin yayınlar televizyonlarda defalarca yayınlanıyor, rakamlar açıklanıyor, uyarılar yapılıyor ve bizler bütün bu yayınları izliyor, görüyoruz. Buna rağmen sonrasında çok hızlı bir şekilde yine bilinçsizce tüketime devam ediyoruz. Dünyanın birçok ülkesinde ciddi yoksulluk çeken insanlar var. Bir günde bir öğün yemek bulamayan insanların sayısı yaklaşık olarak günlük 500 milyon insanın üzerinde. OECD ve FAO verilerine göre üretilen gıdaların üçte biri çöpe gidiyor. Yani her yıl 1,3 milyon ton gıda çöpte.
2050 yılında dünya nüfusunun 10 milyar olacağı, beslenmek için gıda üretiminin yüzde 50 artacağı düşünülüyor. Bütün bu gerçeklere rağmen israf alışkanlığımız son bulmuyor. Ülkemizde günde 1486 ton ekmek israf ediliyor. En çok israf ekmekte ve ilginç olan Türkiye’nin üretmiş olduğu tahıl ve buğday maalesef Türkiye’nin ihtiyacını göremez hale geldi. Şu anda tahılı en çok Rusya’dan olmak üzere birçok ülkeden ithal eder hale geldik.
Yine OECD ve FAO verilerine göre ABD’de üretilen gıdaların yıllık yüzde 40’ı yenmeden çöpe atılıyor. Avrupa Birliğinde de yaşayan insan sayısı yaklaşık 741 milyon ve burada da çok ciddi israf var. Kişi başına düşen 400 gram gıdanın 274 gramı israf ediliyor.
İSRAF ETME DÜNYA DOYSUN
Türkiye’de israfa çekilen dikkat ilk defa Bakan Hayati Yazıcı’nın “İsraf etme dünya doysun” sloganıyla başladı. “Avrupa’da israf edilen gıda ile Afrika beslenir” demişti. Bu çok önemliydi. Türkiye’deki israf için de aynı şey söz konusu. Türkiye’de de israf dünya ortalamasının çok üzerinde. Biz 1985 yılına kadar böyle değildik. 1985 sonrasında teknolojinin artmasıyla, batıyla olan entegrasyon sürecinde yaptığımız israfta büyük bir artış oldu. Şu çok net bir gerçek ki, israf etmezsek okulumuzu da hastanemizi de yapabiliriz. Dünyada herkese yetecek kadar gıda var, kıyafet var. Yeter ki ihtiyacımızdan fazla tüketmeyelim.
Panelin moderatörlüğünü de yapan Tüketici Hakları Merkezi derneği (TÜMER) Genel Başkanı Fatih Dinler de tüketim ve alışveriş aşamasında kapitalist süreçleri göz önünde bulundurmalıyız diyerek sistemin götürdüğü kaçınılmaz sona dikkat çekti. Dinler,
“Dünyada tüketimin önüne geçebilecek tek duygu tasarruftur” diyen Dinler sözlerini şöyle sürdürdü: “İmkânı olan insanların hem üreterek tüketmeye hem tüketerek tüketmeye ve dünyanın sonunu getirmeye çok hızlı bir şekilde çabaladığını görüyoruz. Tüketirken satın aldığımız ürünlerin tüketime yetiştirilirken üretim aşamasındaki kapitalist süreçleri göz önünde bulundurmalıyız.
Örneğin, bir markete veya bir elektronik mağazasına gittiğimiz zaman mesela karşınıza otuz tane cep telefonu sergiliyorlar. Satış taktiklerinde sizi “bu sizin için iyi değil, bunu alın” diyerek yönlendiriyorlar. Size iyi olmayanı göstererek aslında satmak istedikleri ürüne yönlendiriyorlar. Sergilenen diğer telefonlar aslında hedefteki telefonun satılmasına hizmet ediyor. Burada bu kapitalist sürecin farkındalığında olmak, bilinçli tüketici olmak, ihtiyacımızın ne olduğunu ve tabi haklarımızı bilmek çok önemli.”
Özellikle özel günlerde yapılan tüketim miktarına dikkat çeken Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF) Genel Başkanı Aziz Koçal konuşmasına, “İhtiyaçlarımızı kim belirliyor, biz mi belirliyoruz, ihtiyaçlarımızı belirleyen etkenler nelerdir?” sorularına cevap vererek başladı.
Koçal, “Genelde ihtiyaçlarımızı bir belirliyor gözüksek de ihtiyaçlarımızın tamamını biz belirlemiyoruz. İhtiyaçlarımızı, komşular, çevre, arkadaş grubu, reklamlar, televizyonlar, görseller gibi iletişim araçları belirliyor” dedi.
Kapitalist ülkelerin gelişmesi geri kalmış ülkelerin ilerlemelerini istemediklerini hatta buna engel olacak sistemler geliştirdiklerini söyleyen Koçal sözlerini şöyle sürdürdü;
“Kapitalist sistemin yürümesi ve daha fazla kazanç elde edilmesi için mutlaka bir üretim gerekiyor ve bu üretimi tüketecek bir toplum gerekiyor. Dolayısıyla az maliyetli faza satışlı bir üretim ve bunu üreten bir toplum olması gerekiyor onlar için. Kapitalist ülkeler, bizim gibi gelişmekte olan yani teknolojik, sanayi gibi alanlarda geri olan ülkelerin ilerlemesini istemezler. Kendilerinin ihracatını, o ülkelerin ise ithalatını çoğaltmak isterler.
İhtiyaçlarımızı belirlerken örneğin, iphone alıyoruz, bir sene sonra başka bir versiyonu çıkıyor ve onu da alıyoruz. Oysa amaç iletişimse ve elimizdeki telefon iletişim kurmanızı sağlıyor ise bir küçük özellik değiştiği için yeni versiyonunu almak yerine elimizdeki telefonu ömrü bitene kadar kullanmamız gerekiyor. Ama televizyonlarda o kadar hızlı reklamlar dönüyor, o telefonun albenisi beynimize öylesine işleniyor ki, biz istemeseniz çocuğumuz istiyor. Neden, çünkü onun arkadaşlarında o telefon var. İşte ihtiyaçlarımızı bu şekilde komşularımız, çevremiz, arkadaşlarımız belirlemiş oluyor. Ne aracılığı ile, reklam aracılığı ile.
Bugün, açlık sınırı asgari ücretin de üzerine çıktı. Gelirimize göre ihtiyaçlarımızı da belirlemeye alışmamız gerekiyor. Kapitalist sistem bize gelirimizin üstünde yani gelecekteki gelirimizi de elimizden alan bir sistem geliştirdi. Ne sundu, kredi kartı sundu. Cebimizdeki plastik kartları sanki para gibi görmemizi sağladı. Bu plastik kartlarla önümüzdeki aylarda alacağımız geliri harcıyoruz. Ay başı geldiğinde aldığımız maaşın büyük bölümünü kredi kartlarına yatırıyoruz. Ay sonunu getirmek için yine kart kullanıyoruz ve bir süre sonra faturaları süresinde ödeyemeyecek duruma geliyoruz. Bozulan aile huzurları, eve gelen hacizler hızla artıyor.
Diğer yandan, israfın büyük kısmı gelir seviyesi yüksek olan kesimlerde görülüyor. Dolayısıyla biz bilinçli tüketiciyi şöyle tanımlıyoruz; ihtiyacına göre harcama yapan, alışveriş yapmaya giderken ne alacağını bilerek ve listesini yaparak giden ve onun dışına çıkmayandır.
En fazla bir haftalık ihtiyacınızı giderecek gıda alışverişi yapmalısınız, yapmazsanız sadece sermaye kesimine para kazandırmış olursunuz çünkü ihtiyaç fazlası çöpe gidiyor.
Tüketimi arttıran diğer etken özel günler. Sevgililer günü, anneler günü, kadınlar günü, babalar günü gibi. Geçen yıl 12,3 milyon işlem adedi ile rekor kırılmış anneler gününde. Yine sevgililer gününde 8,3 milyarlık harcama gerçekleşmiş. Bu insanların ihtiyacı olan bir şey değil çünkü sevgili, anne, baba, kadın bizler için yılın her günü önemlidir, önemli olmalıdır. Bu günleri biz icat etmedik. Bu günler, daha fazla para kazanmak, daha fazla tükettirmek için kapitalist ülkelerce toplumun önüne konan sistemlerdir.
Peki kısaca ne yapacağız?
-İhtiyaçlarımızı başkaları değil biz belirleyeceğiz.
-Atalarımızın dediği gibi ayağımızı yorganımıza göre uzatacağız. Yani gelir ve gider dengemizi kuracağız.
-Alışverişlerimizi ne alacağımızı bilerek, belirleyerek ve onun dışına çıkmayarak yapacağız.
-Bilinçli tüketiciler olarak haklarımızı bileceğiz, öğreneceğiz ve tüketici derneklerinde örgütleneceğiz.
Panel’de son konuşmayı yapan Tüketici Birliği federasyonu (TBF) Genel Başkanı Mehmet Bülent Deniz, “Panelin şu ana kadarki sürecinde alacağımız bireysel önlemlerle kendi aile bütçemizi nasıl yöneteceğimizi öğrendik. Şimdi size söyleyeceklerimizle, şu anda vermekte olduğumuz ekonomik savaşı ülke olarak nasıl kazanacağımızı anlamaya çalışacağız” diyerek katılımcıların büyük bölümünün ilk defa farkında olacakları bir konuyu ele aldı.
“Lütfen çantalarınızdan bir kâğıt ve demir para çıkarın ve üzerinde yazanı okuyun.” Sözleri ile meraklandıran Deniz katılımcılara paraların üzerinde yazan banka isimlerini okuttu. Deniz” Gördüğünüz gibi, demir parada Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, kâğıt parada Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yazıyor. Aradaki fark “i” harfi. Neden biliyor musunuz?” diyerek durumu tarihsel süreci ile anlattı;
“Bundan tam 400 yıl önce İngiltere ve Fransa çok büyük bir savaşa tutuşmuş. Savaş yıllarca sürmüş. Savaşın uzunluğu İngiltere hazinesini iflas ettirmiş. Artık hazinenin savaşı finanse edecek parası kalmamış. Bunun üzerine İngiliz Kralı üç Yahudi bankere giderek borç para almış ve savaşı ancak bu şekilde yürütebilmişler. Bundan 200 yıl sonra ise Kırım Savaşında Osmanlı Devleti’nde hazine öylesine boşalmış ki, askerlerin yiyeceğiniz karşılayamaz hale gelmişiz, halk fakirleşmiş. Osmanlı Devleti de yine Yahudi kökenli Fransız bankerlerinden borç para istemiş. Yedi cihana hükmeden imparatorluk üç tane Fransız bankerden borç para temin etmiş. Ama bu durum sadece bizim başımıza mı gelmiş. Hayır, Amerika’nın da başına gelmiş.
1906 yılında Amerika’da çok büyük bir deprem oluyor, San Francisco depremi. Bu depremle Amerika ciddi ölçüde yıkılıyor ve ekonomisi büyük zarar görüyor ve Amerika artık devleti yönetecek bir kaynağa ulaşamıyor. 7 tane Yahudi tefeciye gidiyorlar ve onlardan borç para alıyorlar.
İşte İngiltere’ye, Osmanlı’ya, Amerika’ya borç para veren bu Yahudiler verdikleri borçlar için hem faiz alıyorlar hem de şunu söylüyorlar “bundan sonra parayı basma yetkisini bizim bankamıza vereceksiniz, sizin devletinizin parasını biz basacağız.”
Yani bugün Amerika’da da, İngiltere’de de, Türkiye’de de kağıt parayı basma yetkisi devlete ait değil. Oysa biz kâğıt paramızı Merkez Bankası basıyor zannediyorduk. Parayı devletin bastığı düşünülsün, sanılsın diye “i” harfi eksik olarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yazılıyor. Bir algı operasyonu yapılmış oysa ki Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası etrafta gördüğümüz diğer bankalardan farklı değil. Bireysel olarak kurulan ve Türkiye’ye borç para veren bir banka. Devlet bu bankanın sadece yüzde 51 hissesine sahip.
Küresel ekonomik sistem bugün bütün devletlerin ekonomilerini ele geçirmiş, merkez bankaları üzerinden devletlerin ekonomilerini canlarının istediği gibi idare etmiş vaziyettedir. Bu nedenle bütün devletlerin ekonomik olarak boyunduruk altında kalması için elimize Dolar adını verdikleri bir kâğıt parçası vermişler. Bugün her şey dolara göre hareket ediyor. Ama Dolar dediğin Amerika’daki 7 tane Yahudi’nin kurduğu Amerikan Merkez Bankasının bastığı, karşılığı olmayan bir kâğıt paradır. Dünyada 15 trilyon Dolar dolaşıyor ve bu kadar Doların karşılığı Amerika’da altın olarak yok. Yani bizim ekonomimizi idare eden, Amerika Merkez Bankasının bastığı, karşılığı olmayan, kâğıt parçası olan Dolardır.
Onun için şu anda büyük bir ekonomik savaş veriliyor. Onun için küresel ekonomiye karşı ayağa kalkma savaşı veriliyor. Onun için milli paramızı önemseyelim, koruyalım diye devlet büyüklerimiz çağrı yapıyorlar. Onun için Müslüman ülkeler ve dost ülkeler arasında kendi paramızla alışveriş yapalım deniliyor. Onun için artık bu Doların yani Amerika’nın egemenliğinden kurtulalım istiyoruz. Bunun için evimizde işimizde yerli malı kullanmak zorundayız. Ne kadar çok yerli ürün tercih edersek dolara ve dışa olan bağımlılığımız o denli azalacaktır. Bugün burada anlatılan tedbirlerle sadece evinizin değil, ülkenin ekonomisini de korumuş olacaksınız. Yiyin, için, israf etmeyin. 10 emire de uymuş olacaksınız.