25
Nisan 2014’de,
yani tam bir yıl önce 1 dolar almak için
2,13 TL. vermek gerekiyordu.
Bugün, yani 24 Nisan 2015’de aynı doları almak için 2,72 TL. harcamak gerekiyor.
Yani ulusal paramız bir yılda, yüzde 27,69 oranında değer kaybetmiş durumda.
Çok değil altı ay öncesine gidelim; 24 Ekim 2014’de 1 dolar almak için 2,23 TL. ye gereksinim vardı. Yani altı aylık devalüasyon oranı yüzde 21,97.
Bu rakamı yıllık bazda düşünürsek, yüzde
44’lük bir değer kaybına işaret ediyor.
Ulusal para biriminin yabancı paralara
karşı değer kaybının beklenen en önemli sonucu, ülkemiz gibi cari açık sorunu
bulunan bir ülkede ödenecek dış borç miktarının artması, sermaye ürünleri, enerji ve
teknoloji ithalatını pahalılaştırması sonucunda fiyatlarda artış ve sonuçta
enflasyona yol açmasıdır.
Yani bir ülkenin ekonomisini yönetenler için
arzu edilmeyen durum…
Sakin
Dolar’a ne Oldu?
Onüç yıllık AKP yönetiminde, iktidarın ilk yıllarındaki 2001 krizinin devam eden
etkisi, Irak Savaşı, sonuncusu 2008’de yaşanan irili-ufaklı birkaç küresel kriz
dışında, dolar fiyatı genellikle sakin bir salınım içindeydi. Bu dönem yaşanan
kur artışındaki hız, hiçbir dönemde yaşanmadı. Kurdaki artış hızının yanında
daha önemlisi, bu sürecin devam edeceğine ilişkin beklenti. Şimdiden kurun 2,80-3,00 TL. olacağına yönelik
endişeli beklentiler ifade edilmeye başlandı.
Beklentiler gerçekleşir ve kısa dönemde bu
hızla paramız değer kaybetmeye başlarsa, ekonomideki bozulma gitgide derinleşecek,
yaşam pahalılaşacak, yoksullaşma artacaktır.
Çaresizliğin
Yeni Adı: Merkez Bankası
Ulusal paranın değerini, ekonominin
selâmeti yönünde korumak için Merkez Bankası’nın devreye girmesi, elindeki
silahlarla bu artışın önüne geçmesi gerekiyor.
Merkez Bankası’nın elinde iki temel silah
var:
-Kasasındaki doları piyasaya sürüp kuru
düşürebilir.
-Faizi arttırıp yabancı paranın ülkemize
gelmesini sağlayabilir.
Merkez Bankası’nın son dönemde piyasaya
dolar sürme, yani kasasındaki doları satmaya yönelik birkaç girişimi oldu.
Ancak bu hamleler sonuç vermedi ve kurdaki yükseliş devam ediyor.
Merkez Bankası’nın diğer silahını kullanıp
faizi arttırması ise, Cumhurbaşkanından iktidarın tüm aktörlerine kadar, ağır
eleştirilerle engellendi. Bırakın faizin artması, faizin düşmesi için Merkez Bankası
üzerinde yoğun baskı uygulanıyor. Son yapılan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplantısında da, faizlerin
aynen kalmasına karar verildi. Haliyle toplantıdan faiz artırımı kararı
çıkmayınca, kurdaki hararet de artmaya devam etti.
Olağanüstü bir toplantı olmazsa, 7 Haziran
seçimlerine kadar 20 Mayıs 2015’de
gerçekleştirilecek bir tane Para
Politikası Kurulu toplantısı var. Kurulun, iktidarın faiz konusundaki bu
baskısının devam edeceği varsayımıyla bu toplantıda da faiz artırımına yönelik
bir hamle yapması olanaklı görünmüyor. Bu
durumda, Haziran seçimlerine kadar doların 3,00 TL ve üzerinde bir seviyeye
gelmesi hiç de sürpriz olmayacak.
Faiz
İnadının Sırrı
Peki tüm bu ekonomik gerçekler ortada iken,
iktidarın faiz konusundaki bu katı ve baskıcı tutumu niye?
Akla gelen ilk önemli neden, mevcut
iktidarın “faizin haram olduğu”na ilişkin inanç sistemine sahip
kişilerden oluşması.
Bunu geçelim. Bu söylemin gereğini
yeryüzünde yapabilecek hiçbir yönetim şu anda yok.
Faizsiz sistem diye yutturulmak istenen
politikalar da, sistemin isminin değişmesinden öteye gitmiyor.
İktidarın faiz konusundaki bu tutumunun
temel nedeni, yaklaşan genel seçimler.
Şunu tespit etmek gerek; AKP muhafazakâr orta sınıf, kendi
dönemlerinde yükselişe geçen Anadolu burjuvazisi, bir tutam KOBİ’ler, esnaflar
ve hepsinin üzerinde inşaat baronlarına sırtını dayamış durumda. İktidarın
sınıfsal dayanağı bu olunca, her seçim döneminde bu sınıfların tatmin edilmesi
gerekiyor. (*)
Sayılan bütün bu sınıfların hareketli
olabilmesi, ülkede faizlerin düşük olması ile olanaklı. Faizlerin artması, “inşaat”
konusunda tarihin hiç görmediği bir iktidara sahip siyasal ve sınıfsal katman
için en istenmedik durum olsa gerek. Yine faizlerin bırakın artması, daha da
düşürülmesi, yükselen Anadolu burjuvazisinin, KOBİ’lerin, bir kısım esnafın
düşük maliyetlerle borçlanabilmesinin tek yolu.
Dolayısıyla iktidar, dayandığı sınıfları
mutlu etmek ve sonuçta genel seçimlerden başarı ile çıkabilmek için faiz
artışına giden tüm yollara bariyerler kurma gayretinde.
Bu gayretin sonu ne olur; seçimden belki yine
tek başına AKP iktidarı çıkacaktır.
Ama 8 Haziran sabahında yeni yönetimin
önünde yıllık yüzde 44, belki yüzde 60’lara dayanmış devalüasyon, başta gıda
olmak üzere yaşamsal harcamalarda rekor artışlar ve yükselen enflasyon rakamları
olacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
Ve yine kuşku duymamamız gerekenlerden biri
de, Haziran sonrasında kemerlerimizde yeni delikleri açmak zorunda
kalacağımızdır.
(*) Taner Timur, AKP'nin Önlenebilir Karşı Devrimi, Yordam Kitap, İstanbul, 2014, sayfa 157-158.