Bir Pazar günüydü.
Aynaya baktığında, yüzündeki garipliği
gördü.
Doktor kardeşini aradı; ‘nöbetteyim,
gel bakalım..’
Bir Kulak Burun Boğaz asistanı baktı.
Bakar bakmaz, telefona sarıldı. Kürsünün en
tepesine kadar herkesi aradı; ‘acil bir kolesteatom var…’
Şaşkın gözlerle etrafındaki koşuşturmaları
izlemeye başladı.
Giyilen ameliyat önlüğü, kolunda açılan
damar yolları.
Sekiz saatin ardından uyandığında, artık
bir kulağından yoksundu…
***
Babası kalp krizi geçiriyordu.
Gecenin uğursuz bir vakti, hastanenin acil
servisine ulaştılar.
İlk müdahale.
Ardından nöbetçi doktorun uyumak için
odasına çekilmesi.
Birkaç dakika sonra gelen yeni bir kriz.
Sabah, cenazenin başında dökülen
gözyaşları…
***
Yaşanmış milyonlarca öykünün sadece ikisi
bu yazılanlar.
Birinde yitirilen bir yaşamsal organ,
diğerinde kaybedilen bir baba.
1990’ların sonunda yaşanan bu iki olayın
ardından akla düşen; ‘hastaların hiç mi hakkı yok’ sorusu…
Hukuk fakültesinin ilk yılında, geleceğin
hukukçularına Roma Hukukunun bir saptaması öğretilir; En şerefli iki meslek vardır; biri avukatlık diğeri hekimlik… Her iki
meslek erbabından yardım isteyen insan, malı, canı risk altındadır ve itaat
etmeye hazırdır. Bu nedenle bu iki meslek erbabı, kendisine itaate hazır, acı
içindeki insana şefkat ve sevgisini vermelidir…
***
‘Hastayız,
haklıyız’
korosuna katılmak isteyenimiz var mı?
tüketicipostası 10. sayı; 'bir nefes sıhhat'