Geçtiğimiz günlerde, küresel ekonomik krizin seyrinde ilginç gelişmeler yaşandı. Başta Macaristan ulusal parası Forint olmak üzere birçok Doğu Avrupa ülkesinin para birimleri, Amerikan Dolarına karşı büyük değer kaybına uğradı. Öyle ki, bazı Doğu Avrupa para birimlerindeki değer kaybı iki katına çıkmış durumda.
Öte yandan bu ülkelerdeki finans sektörü de kırmızı alarm veriyor. Bankaların verdikleri kredilerdeki geri dönmeme oranı yüzde otuzlara dayandı.
Doğu Avrupa ülkelerinin birçoğu aynı zamanda Avrupa Birliği üyesi.
Dolayısıyla bu ülkelerde yaşananlar, Avrupa Birliği’ni yakından ilgilendiriyor. Dahası kırmızı alarm veren Doğu Avrupa bankacılığının, Avrupa Birliği’nin diğer ülkelerindeki bankaları tarafından finanse edildiği, Doğu Avrupa bankalarındaki mevcut kredi riskinin yüzde altmış sekizinin Batı Avrupa Bankalarına ait olduğu gerçeği, bu durumun “yakından ilgilendirme”nin ötesinde, Avrupa Birliği’nin varlığı ve sürdürülebilirliği konusunu ister istemez tartışmaya açıyor.
Bu tartışmayı yaparken, geçtiğimiz hafta yapılan AB. liderler toplantısında, birlik üyesi Doğu Avrupa ülkelerindeki finans sisteminin çöküşünü engellemek için gerekli olan yüz altmış milyar Euro’luk talebin üstünkörü görüşülerek, olumsuz yanıtlanmasına ilişkin gelişmeyi dikkate almakta yarar var.
Liderler yüz altmış milyar Euro’luk yardım paketini red ederken, acaba neyi düşündüler?
Büyük olasılıkla yaşanan büyük kriz ortamında verilecek bu yeni kaynağın yarar getirmeyeceği ve paranın Doğu Avrupa finans sisteminde batacağını hesapladılar.
Bu kararla sallantıda olan Doğu Avrupa finans sisteminin ipini çeken liderlerin aslında Avrupa Birliği’nin geleceği ile ilgili önemli bir tercihte bulundukları ve kendilerinin de bunun farkında olmamaları mümkün müdür?
En azından bu kararın, Avrupa Birliği’nin Doğu kanadının feda edilmesi anlamına geldiği hesaplanmamış mıdır?
Liderlerin hesabı; Doğu’nun feda edilerek, Birliğin kalanının kurtulması mıdır?
Avrupa Birliği’ne ilişkin bu yazımız kapsamı dışında okunması dileği ile;
-AB. nin “ortak” ve “açık” pazar anlayışını önceleyen, bir miktar Keynesçi politikalardan etkilenmiş sosyal demokrat yaklaşımın bir projesi olduğunu,
-Zamanla bu sosyal demokrat politik yapılanmanın yerini neo-liberal yaklaşımların aldığını,
-“Aydınlanma”nın ilk çocuğu “liberalizm”, ikinci çocuğu “sosyalizm”in ardından bizim son çocuk olarak bildiğimiz “kapitalizm”in de, yaşanan krizle birlikte tarihe gömüldüğüne ve ortalarda dördüncü çocuk olduğunu iddia eden "faşizm" isminde bir veletin dolaştığına işaret etmekte yarar var.
Yazımızın kapsamına dönersek, “kriz okumaları” konsepti ile üç haftadır yazdıklarımızda sorular sorduk. Sorulara devam ediyoruz; Avrupa Birliği’nde son perde mi başladı?
Öte yandan bu ülkelerdeki finans sektörü de kırmızı alarm veriyor. Bankaların verdikleri kredilerdeki geri dönmeme oranı yüzde otuzlara dayandı.
Doğu Avrupa ülkelerinin birçoğu aynı zamanda Avrupa Birliği üyesi.
Dolayısıyla bu ülkelerde yaşananlar, Avrupa Birliği’ni yakından ilgilendiriyor. Dahası kırmızı alarm veren Doğu Avrupa bankacılığının, Avrupa Birliği’nin diğer ülkelerindeki bankaları tarafından finanse edildiği, Doğu Avrupa bankalarındaki mevcut kredi riskinin yüzde altmış sekizinin Batı Avrupa Bankalarına ait olduğu gerçeği, bu durumun “yakından ilgilendirme”nin ötesinde, Avrupa Birliği’nin varlığı ve sürdürülebilirliği konusunu ister istemez tartışmaya açıyor.
Bu tartışmayı yaparken, geçtiğimiz hafta yapılan AB. liderler toplantısında, birlik üyesi Doğu Avrupa ülkelerindeki finans sisteminin çöküşünü engellemek için gerekli olan yüz altmış milyar Euro’luk talebin üstünkörü görüşülerek, olumsuz yanıtlanmasına ilişkin gelişmeyi dikkate almakta yarar var.
Liderler yüz altmış milyar Euro’luk yardım paketini red ederken, acaba neyi düşündüler?
Büyük olasılıkla yaşanan büyük kriz ortamında verilecek bu yeni kaynağın yarar getirmeyeceği ve paranın Doğu Avrupa finans sisteminde batacağını hesapladılar.
Bu kararla sallantıda olan Doğu Avrupa finans sisteminin ipini çeken liderlerin aslında Avrupa Birliği’nin geleceği ile ilgili önemli bir tercihte bulundukları ve kendilerinin de bunun farkında olmamaları mümkün müdür?
En azından bu kararın, Avrupa Birliği’nin Doğu kanadının feda edilmesi anlamına geldiği hesaplanmamış mıdır?
Liderlerin hesabı; Doğu’nun feda edilerek, Birliğin kalanının kurtulması mıdır?
Avrupa Birliği’ne ilişkin bu yazımız kapsamı dışında okunması dileği ile;
-AB. nin “ortak” ve “açık” pazar anlayışını önceleyen, bir miktar Keynesçi politikalardan etkilenmiş sosyal demokrat yaklaşımın bir projesi olduğunu,
-Zamanla bu sosyal demokrat politik yapılanmanın yerini neo-liberal yaklaşımların aldığını,
-“Aydınlanma”nın ilk çocuğu “liberalizm”, ikinci çocuğu “sosyalizm”in ardından bizim son çocuk olarak bildiğimiz “kapitalizm”in de, yaşanan krizle birlikte tarihe gömüldüğüne ve ortalarda dördüncü çocuk olduğunu iddia eden "faşizm" isminde bir veletin dolaştığına işaret etmekte yarar var.
Yazımızın kapsamına dönersek, “kriz okumaları” konsepti ile üç haftadır yazdıklarımızda sorular sorduk. Sorulara devam ediyoruz; Avrupa Birliği’nde son perde mi başladı?