9 Haziran 2010 Çarşamba

yanıyoooooor...


“Avrupa Birliği’nde son perde mi başladı?”
Bu soruyu bir yıl önce, mütevazi blog yazılarımızın birinde sormuşuz.
Başta Macaristan olmak üzere Avrupa Birliği’nin doğu kanadındaki ülkelerin para birimlerinin dolar karşısında hızla değer yitirmesi ve diğer birlik ülkelerinin yardım yapma konusundaki ikircikli, hatta olumsuz tavırları, o dönemde bu soruyu sormamıza neden olmuştu.
Bu tartışmayı dillendirmemizin üzerinden geçen bir yıllık sürenin, Avrupa Birliği aleyhine işlediğini bugün net olarak görebiliyoruz artık.
Euro bölgesi kaynayan kazan gibi…
Macaristan, İzlanda derken, Yunanistan ile başlayan son dalga İspanya, İtalya ve hatta İngiltere’yi tehdit eder hale geldi.

Yunanistan ekonomisinde yaşanan derin sıkıntı ve bu sıkıntının tehdit ettiği Euro bölgesinde, birbiri ardına önlemler alınmaya çalışılıyor, yardım paketleri oluşturuluyor.
Kamu harcamalarında sıkı disipline gidileceği ve kemerlerin sıkılacağının açıklanması ile önümüzdeki dönemin Avrupa Birliği halkları için yoksullaşma dönemi olacağı şimdiden kesinleşti.
Öte yandan daha vahimi, açıklanan yardım paketlerindeki miktarların her seferinde arttırılmasına rağmen etkisinin birkaç günle sınırlı kalmış olması.
Euro bölgesindeki ekonomik kriz, kırmızı alarm zilini çalmış görünüyor.

Kriz, Savaş İçin Bir Fırsat mı?
Bölge ekonomisindeki bu savrulmaların elbette siyasi sonuçları olacak, bu da toplumsal devinimleri oluşturacaktır.
Nitekim Merkel’in Almanya’dan yükselen sesi, herkesi tedirgin etti: “Artık Avrupa Birliği’nin ve Avrupa Birliği içinde Almanya’nın geleceği tartışılmalıdır…”

İnsanlığın yakın tarihte yaşadığı iki büyük dünya savaşının baş aktörü olan Almanya’nın en üst düzeyde seslendirdiği bu yaklaşım, zihinlerde “acaba” sorusunun tekrar sorulmasına neden oldu dersek, abartmış olur muyuz?

Bilinçaltında her zaman için Büyük Prusya hayalini canlı tutan Almanya’nın, Avrupa Birliği’ni bu hayalin önündeki engel olarak gördüğü, yeryüzünde soğuk savaşın bitiminde Sovyetler Birliği’nden boşalan süper güç koltuğunda gözü olduğu bilinmeyen bir sır değil.
2008 de başlayan küresel ekonomik çöküş, Almanya’nın bu büyük hayalini gerçekleştirmesi için bir fırsat mı acaba?

Altın ve Metal Fiyatlarına Dikkat!
Yazılarımızda sürekli olarak dile getirdiğimiz temel tez; yaşananın bir ekonomik kriz olmadığı, aksine insanlık tarihinin “yazının bulunması, Fransız İhtilâli” gibi önemli kırılma noktalarına eşdeğer önemde bir gelişme olduğudur.

Bunca önem atfettiğimiz küresel ekonomik çöküşten çıkılır veya çıkılmaz…
Önemli olan, ekonomide alınacak sonuçtan çok, bu süreç sonunda dünyadaki nüfuz alanlarının nasıl ve kimin elinde olduğu, ekonomik ilişkilerden başlayarak, yeryüzünde yaşayan insan ırkının nasıl bir yaşam mimarisi oluşturacağıdır.
Ve daha önemlisi, kısa vadede düşünülmesi gereken sorun, insanlığı derinden etkileyecek bu kırılma noktasının insanlık ailesine, “savaş” gibi acılar getirip getirmeyeceğidir.

Tarih bize bu konuda olumsuz örnekler sunuyor.
İnsanlık için kırılma noktalarının yaşandığı her süreçte, gezegenin bir yerlerinde sıcak savaşların olduğu, tarihsel bir gerçek.
Şimdilerde altın, demir, çelik fiyatlarındaki oynaklığı ve yükselişi izleyen kimi küresel gözler, bir yerlerde, -yaygın değilse bile- yoğun sıcak savaş beklentisi içindeler.
Olur mu, olmaz mı, nerede, nasıl olur bilinmez, ama kendini bir türlü ayağa kaldıramayan dünyanın en azından nüfuz alanlarındaki yeni belirlemeler sürecinde, heyecanlı ve sıcak günler geçireceği kesin.
Ve ne yazık ki, bu tarihsel gerçekliğin yeniden tekrarlanmaması için küresel “barış havariliği” tutumumuzdan başka elimizde hiçbir şey yok.

Yeni Nüfuz Alanları-Yeni Ticaret
Enerji koridoru anlaşmaları, Orta Doğu’da artan etkinlik, vizelerin birer birer kaldırılması, Afrika ve Güney Amerika’ya fokuslanan dış politika bakışı…
Yeni nüfuz alanları oluşumuna ilişkin mücadelede, Türkiye önemli bir performans ortaya koyuyor.
Yeni dış politika olarak algıladığımız bu performansın mutlak ve nihai hedefi, şüphesiz yeniden şekillenecek nüfuz alanlarında hatırı sayılır payı kapmak.
Yeni nüfuz alanlarındaki payımız, küresel ekonomideki payımızın da belirleyicisi olacak.
Ve umalım ki, bu pay kapma mücadelesinde yaşanacak kimi sıcak gelişmeler, ülkemize değmez, teğet geçer.

Ve endişeye mahal yok.
Türkiye’nin devlet geleneğinde, dış politika iktidardan iktidara değişmez.
Aksine dış işlerindeki her türlü “işler”, devlet politikası olarak yürütülür.
Bu bakımdan dış politikadaki yeni anlayış ve tutumunun, mevcut iktidarla sınırlı olmadığını, iktidarlar değişse de, bu yeni performansın “devlet politikası” olarak devam ettirileceğinden kuşku duymamak gerekir.

Yeni Bir Çağ
Yüz yıllık zaman dilimini veya çağ dönemini takvimlerdeki belirlemelere göre değil de, insanlığın gelişimindeki aşamalara göre tayin etmeye kalkarsak, 1453 de İstanbul’un Fethi, 1792 Fransız İhtilâli’nde olduğu gibi yeni bir çağa gireli bir yılı aştık.
2008 Eylül’ünden bu yana, yeni bir çağın içindeyiz.
Önümüzdeki 50-100 yıllık dönemin neresine kadar tanığıyız bilinmez, ama emin olun nefes aldığınız sürece tanık olacaklarınızın yanında, bu fütürist makalemiz pek mütevazi kalacak.
(Makale, Bizim Market Dergisi'nin 2010/Haziran sayısında yayınlanmıştır.)