31 Ağustos 2014 Pazar

Faturada Kaçak Elektriğe Ödenen Paranın Gizlenmesi Kanuna Aykırı

Elektrik faturasının yaklaşık yüzde 10’u kayıp ve çalınan elektrik için ödeniyor. Ancak dağıtım şirketleri, abone tepkisinden çekindiği için bu bilgiyi gizliyor. Kayıp-kaçağa ödenen bedelin faturada açık biçimde yer almaması Tüketici Kanunu ve Birleşmiş Milletler Evrensel Tüketici Hakları Bildirgesi’ne aykırı. Sektörün otoritesi konumundaki EPDK’nın bu çarpıklığa son vermesi gerekiyor.
 
Dağıtım şirketlerinin, elektrik faturalarında çalınan elektrik için ödenen parayı saklaması tüketicilerin tepkisini çekiyor. Abonelere gönderilen fatura ayrıntısında tüketim, satış fiyatı, sayaç okuma, TRT payı, Belediye Tüketim Vergisi, dağıtım bedeli gibi bilgiler yer alıyor. Ancak kayıp-kaçak için ödenen para faturada gösterilmiyor.
 
Tüketici Birliği Federasyonu Genel Başkanı Avukat Bülent Deniz, elektrik kayıp-kaçak bedelinin faturada gizlenmesinin tüketici hukukuna aykırı olduğunu söyledi. Deniz’e göre kayıp ve çalınan elektriğin faturada gizlenmesi aynı zamanda Birleşmiş Milletler (BM) Tüketici Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan ‘bilgilendirme’ hakkının da açık ihlali niteliğinde. Tüketicinin ne için ve ne kadar para ödediğinin ayrıntısını faturasında görmesi gerekiyor. EPDK, faturalara yeniden kayıp-kaçak bedelinin gösterilmesini sağlamalı. Enerji yönetimi verilerine göre halen elektrik faturalarının yüzde 9,2’si kayıp enerji bedeli olarak ödeniyor. Son beş yıllık dönemde ise faturalarda ödenen kaçak elektrik parasında 0,5 puan artış gösterdi.
 
Enerji yönetimi, 2011 yılı başından itibaren elektrik faturalarının maliyet bazlı hesaplamalara göre hazırlanmasına karar verdi. Bu çerçevede elektrik dağıtım şirketleri, faturalarda bütün maliyet kalemlerine yer vermeye başladı. Faturalarda, abonelerden tahsil edilen elektrik kayıp-kaçak bedeli ‘K.K BEDELİ’ başlığıyla yer aldı. Ancak aboneler, kayıp ve çalınan elektrik için ödedikleri parayı görünce sert tepki gösterdi. Tartışmalar üzerine dağıtım şirketleriyle bir araya gelen Enerji Yönetimi, faturalarda kayıp-kaçak bedeline yer verilip verilmeyeceğini şirketlerin kararına bıraktı. Bunun üzerine şirketler faturalardan bu kalemi çıkardı. Zaman Gazetesi, 7 Eylül 2014 tarihinde ‘Elektrik faturasında kaçak bedeli gizlendi, kriz çözüldü’ başlığı ile konuyu kamuoyunun gündemine taşıdı.
 
TÜKETİCİ KANUNUNA AYKIRI
Elektrik faturalarında kaçak parasının saklanması, Tüketici Birliği Federasyonu’nun da tepkisine neden oldu. Federasyon Başkanı Bülent Deniz, faturalarda tüketicilerin parasını ödediği bütün ayrıntıların yer alması gerektiğini söyledi. Deniz, şöyle konuştu: “Son dönemde toplumdan gelen tepki üzerine EPDK tarafından kayıp-kaçak bedelinin faturalarda ayrıntılı olarak belirtilmemesi yönünde bir uygulama başlatıldı. TRT payı, dağıtım bedeli ve benzeri bütün kalemler faturada dururken, sadece kayıp-kaçak bedelinin faturada belirtilmemesi EPDK’nın gelen tepkilerden ne kadar rahatsız olduğunu ve bu bedelin haksız olduğunun EPDK tarafından da kabul edildiğini gösteren bir uygulama. Ayrıca kayıp-kaçak bedelinin iadesi için binlerce tüketici tarafından açılan davaların büyük çoğunluğunda tüketici lehine karar verildi. Son olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da, bu bedelin hukuk devleti anlayışı ve adalet ile bağdaşmayacağı yönünde bir içtihat oluşturdu.” Deniz’e göre, kayıp-kaçak bedelinin faturada gizlenmesi, Tüketici Hukuku ve BM Tüketici Hakları Evrensel Bildirgesi’ne de aykırı. Bu bedel, tüketicin göreceği şekilde faturada yer almalı.

28 Ağustos 2014 Perşembe

Tüketiciyi Korumasız Bırakarak Soyguna Zemin Hazırlanıyor

TBF Başkanı Av. Deniz, BDDK'nın yeni taslağının tüketici koruyan yasaları saf dışı bıraktığını söyledi. Taslağı değerlendiren bir banka yetkilisi de yasal boşluktan yararlanılarak soyguna zemin hazırlandığını savundu.

Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurumu’nun (BDDK) internet sitesinde kamuoyunun görüşüne sunduğu ‘Finansal Tüketicilerden Faiz Dışında Alınacak Ücret, Komisyon ve Masraflara İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik Taslağı’na ilişkin yankılar sürüyor. 

 
Yargı kararlarıyla haksız bulunan 60'a yakın ücret ve komisyon kalemini 20'ye indiren yeni taslağa ilişkin konuştuğumuz bir kamu bankası üst düzey görevlisi; bankacılık sisteminde ücret ve dosya masrafının başka adlarla alınmasının tüketiciler açısından kabul edilemez olduğunu söyledi.

HESAP İŞLETİM ÜCRETİ HAKSIZ
“Yargıtay’ın içtihat haline gelmiş kararlarında açıkça, bankaların tüketicilere kredi kullandırırken faiz dışında sözleşmede yer verilmek sureti ile yalnızca o kredi için yasal ve zorunlu masrafları alabilmeleri mümkün görülmüştür'' bilgisini veren yetkili BDDK'nın yeni taslağına ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu: ''Yasal zorunluluk nedeniyle bankayla işlem yapan tüketicilerin hesap işletim ücreti veya benzer isimler altında birtakım bedelleri ödemek zorunda bırakılması da haksız ve hukuksuzdur.

Bankalara var olan hukuk düzenindeki boşluktan yararlanarak ve buna yasal kılıf uydurularak soyguna zemin hazırlanmaktadır. BDDK’nın taslağı ilan etmesinin bir anlamı yoktur. Uygulamanın tarafı olan sade vatandaş taslağı alıp irdeleyemez, irdelese de karşı taraf olan bankalar ve finans kurumları kadar sesini duyuramaz.

 
TASLAK BİR SONUÇ YARATMAZ
Taslak, bir yaptırım getirmediği için mevzuat halinde geldiği zaman bile bir sonuç yaratmayacaktır.

Birincisi müşteri ihtiyaç halinde iken her şarta mecburdur, onu BDDK’nın koruması ve ihtiyaç durumunun istismara yol açmamasını temin etmesi gerekir.

Masraf türlerinin adı ya da adedi değil, kullanılan kredi ya da alınan hizmete göre oranı sınırlandırılmalıdır. Paranın 29 yerine 20 kalemde tahsil edilmesi sadece şekildir, özü değiştirmez.

İlan edilen masrafların yüzde 20’ye kadar artması makul sayılmıştır. Oysa bu en fazla enflasyonla sınırlanmalıdır. Ücretlerde 'makul' tanımı 'bankalarca makul' anlamında ise bu bir ölçü olamaz. Aslında 'makul’ün BDDK tarafından baştan belirlenmesi gerekir. Ancak o, enflasyonu ikiye katlayan bir rakamuı bile makul saymıştır.

 
Sürekli olmayan işlerde ücret serbest bırakılmıştır. Müşteri her gün kredi alıp her gün transfer yapmayacağına göre 'sürekli' işlem diye bir şey olamayacağı için taslak bu konuda bankalara açık kapı bırakmıştır.''

 
BANKALARA ENFLASYONUN 2 KATI ZAM YETKİSİ
Yeni taslakla birlikte 60 kalemden alınan ücret ve masrafların 20'ye indiriliyor olmasının yanılıcı olduğunu ifade eden eden Tüketiciler Birliği Federasyonu (TBF) Genel Başkanı Av. M. Bülent Deniz de, ''Tüketici kredilerinde, dosya masrafı da dahil 4-5 ayrı kalemden alınan masraf ve ücretler tahsis ücreti adı altında toplanıyor'' dedi.

 
Yeni taslakla beraber dosya masrafı, kart aidatı gibi yargı kararlarıyla hakız bulunan ücretlerin ''tüketiciyi koruyan yasalar ekarte edilerek'' yasal hale getirildiğini ifade eden Av. Deniz, ''Taslakta, SMS ücreti vs. gibi ufak kalemler tıraşlanmış. Bunun yanında ise bankalar, aldıkları bazı masraf ve ücretlere yüzde 20'nin altında zam yaptıklarında izne tabi tutulmayacaklar. Asgari ücret ve maaşlara enflasyon kadar zammı çok görenler, bankaların enflasyonun iki katı izinsiz zam yapma hakkı veriyor'' diye konuştu.

 
'YAZIKLAR OLSUN'
Taslağın yürürlüğe girmesi halinde Danıştay'a dava açacaklarını belirten Av. Deniz, ''Biz BDDK'ya da gerekli itirazlarımızı yapacağız. Buna ilişkin bir rapor hazırlıyoruz. Fakat, her ne kadar düzeltilirse düzeltilsin Yeni Tüketici Kanunu ile aynı mantıkla hazırlanan bu taslağın tüketiciden yana bir hal alması mümkün değildir. Biz bu taslağa ilişkin 'yazıklar olsun' diyoruz'' ifadelerini kullandı.

DOLANDIRICILARA FIRSAT TANINIYOR
Bankalardan, geçmiş dönemlere ait dosya masrafı ve kredi kartı aidatlarının yargı yoluyla geri almak isteyen tüketiciler bazı dolandırıcıların ağına düşüyor. Kurdukları merdiven altı çağrı merkezleri aracılığıyla tüketicilere kısa mesaj veya telefonla arayarak ulaşan çıkarcılar adeta vatandaşı sömürüyor.

Bankaların aldıkları bu ücret ve masraflar konusunda toplumun vicdanında ciddi bir rahatsızlık olduğunu ifade eden TBF Başkanı Av. Bülent Deniz, ''Bankaların bu uygulamalarına karşı tüketicinin çığlığını duymayan siyasi iktidar bankalarla kol koladır. Bir takım dolandırıcılar tüketicinin zaten internet vasıtasıyla kolaylıkla ve bedava ulaşabileceği hazır dilekçe örneklerini 100-180 TL karşılığında kargo ile göndererek satıyorlar. Geriye dönün hesaplandığında 4-5 bin TL'yi bulan bu masrafları alacağını düşünen tüketici de bu tuzağa düşüyor'' dedi.

Bunun yanında bazı avukatların da vekalet toplamak suretiyle bu tür işler içinde olduğu yönünde haberler aldıklarını anlatan Av. Deniz, ''Bu paralar tüketiciye iade ediliyor mu, edilmiyor mu bilmiyoruz'' diye konuştu.
 
 
 

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Tüketici Bankaya Teslim Edildi!

BDDK, bankacılık işlemlerinde tüketicilerden alınan ücretler ile ilgili yaptığı değişikliklere ilişkin taslağı yayımladı. Tüketici lehine gibi gösterilen taslak, aslında alınan haksız ücretleri meşru hale getirecek; kazanan taraf yine bankalar olacak.
 
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), bankaların tüketicilerden aldığı hesap işletim ücreti, banka kartı parası, komisyon ve dosya masraflarına ilişkin yönetmelik taslağını yayınladı. Taslakta yer alan maddelere göre, bankaların aldığı 49 kalem ücret iptal edilse de, geri kalan 23 kalem ücrete izin çıktı. Tüketiciler Birliği Federasyonu Başkanı Avukat M. Bülent Deniz, BDDK’nin yayınladığı taslağın 28 Mayıs’ta çıkan Tüketici Yasası’nın zorunlu bir sonucu olduğunu, BDDK’nin yasanın uygulanma şekline ilişkin bir taslak yayınlamış olduğunu söyleyerek, öngörülen düzenleme ve uygulamaların kesinlikle tüketici lehine olmadığını belirtti.

HAKSIZ ÜCRETLER MEŞRU OLDU
Daha önce 62 kalemden haksız ücret alabilen bankaların, bu düzenleme ile 23 ücret alacakları bilgisinin yayılması ile bir algı yönetimi yapıldığını belirten Deniz, “Tüketici lehine büyük bir adım gibi gösterilen bu taslak, aslında bankalrın aldığı haksız ücretlere aynen devam edeceğinin, daha da kötüsü artık bu ücretlere karşı tüketicinin itiraz edemeyeceği şekilde hukuki meşrutiyet kazandırıldığına işarettir” şeklinde konuştu.

BDDK’DEN ALGI YÖNETİMİ
Deniz, BDDK’nin yayımladığı taslağı şu şekilde özetledi: “Taslakta bankaların alacağı hizmet bedelleri ile ilgili gruplandırma yapılmış. Yaklaşık 23 tane hizmet bedeli alınması ile ilgili düzenleme yapılmış. O hizmet bedelleri incelendiğinde daha önce 62 adet olan bu bedeller nasıl 23’e düştü diye bakıldığında gerçekten bazı akıldışı kalemlerin iptal edildiğini görebiliyoruz, ancak daha önceden farklı isimlerle alınan hizmet bedelleri bir araya getirilmiş. Yani, örneğin, kredi çekerken ‘borcu yoktur’ belgesi, operasyon belgesi, dosya masrafı gibi bazı bedeller, farklı isimler altında alınacak. Taslakta tahsis ücretleri tek bir grup altında toplanmış, dolayısıyla BDDK 62 tane bedelden çok az bir kısmını kaldırmış, kalanı da yalnızca gruplandırdırdığı halde, ‘Bankaların aldığı ücretleri kısıtladık’ diye bir algı yönetimi yapmıştır.”

BANKA ÇALMAYA DEVAM EDECEK
28 Mayıs’ta yürürlüğe giren Tüketici Yasası gibi bu taslağın da tüketici lehine bir taslak olmadığına dikkat çeken Deniz, “Bu taslak ile birlikte ne yazık ki bankaların aldığı bu haksız ücretler, hukuki zeminde meşru hale getirilmiştir. Taslak, bankanın aldığı ücretlere bir sınırlama getirmiyor, sadece alınacak ücretlere asgari ve azami bir sınır koyuyor” diye konuştu. Bankaların bu ücretlere zam yapabildiklerini de vurgulayan Deniz, “Hatta zam yaparken yüzde 20’nin üzerinde zam yapmak zorundalar, yüzde 19 oranında zam yapabilmek için BDDK’den izin almak zorundalar. Sadece yüzde 20’nin üzerinde yapılan zamlara BDDK’ye danışılmadan onay verilebiliyor. Yani bankaların eskisi gibi çalıp oynayacakları düzen aynen devam ettiriliyor, hatta daha kötüsü legal hale
getiriliyor” dedi.

‘TÜKETİCİ ÇARESİZ BIRAKILDI’
Bu taslağın yürürlüğe girmesi ile birlikte tüketicinin karşı çıkabileceği bir mecra kalmayacağını belirten Deniz,Artık maalesef bu ücretlere karşı dava açmak da mümkün değil. Bankacılık sektörünü tüketiciye karşı bu kadar koruyan bu düzenleme tarihe geçecek bir düzenlemedir. Şu anda tek bir dileğimiz var, bankalar aldıkları bu ücretler hakkında, aralarında anlaşmadan rekabete girerlerse bu ücretlerin miktarları belki azalabilir. Maalesef tüketicinin de başka çaresi kalmış değil” diye konuştu.
Bankaların almaya devam edeceği ücretler
Bireysel krediler
»Tahsis
»Ekspertiz
»Taşınır ve taşınmaz rehin
Mevduat
»Hesap işletim
»Para çekme
»EFT
»Havale
»Swift
Kredi kartları
»Yıllık üyelik
»Ek kart yıllık üyelik
»Kart yenileme
»Nakit avans çekim
Diğer
»Kiralık kasa
»Kampanyalı ürün ve hizmet
»Fatura ödeme
»Arşiv-araştırma
»Onaya bağlı bildirim
»Bakiye sorgulama
»Kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan ödeme
»Üçüncü kişilere yapılan ödeme
 
 
 

Bozuk Para Tümleme Ücreti Kalktı, Kart Aidatı Devam Edecek

Geçtiğimiz yıl bankalara yaklaşık 22,5 milyar liralık getiri sağlayan bankacılık hizmet gelirleri ve komisyonları, BDDK’nın yönetmelik taslağıyla 62 kalemden 20’ye düşürüldü. “Hizmet kalemleri azalmış olmadı, birçoğu gruplandırıldı.” diyen Tüketici Birliği Federasyonu Başkanı Mehmet Bülent Deniz, BDDK’nın tüketici lehine bir şey yapmadığını söyledi.
 
Bankaların en çok eleştirildiği konu olan hizmet gelirleri ve komisyonlarla ilgili düzenlemelerin yer aldığı taslak dün görüşe açıldı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), bankaların aldığı ücret ve komisyonlarla ilgili yayınladığı yönetmelik taslağıyla, sektörde bankalara göre değişen ortalama 60’ın üzerindeki ücret ve komisyon kalemlerinin sayısını 20’ye düşürürken, bu kalemlere tüm bankalar için bir standart getirdi. Ayrıca bankalara, tüketiciye yıllık üyelik ücreti bulunmayan bir kredi kartı sunma zorunluluğu taslağa koyulurken, dosya masrafı, istihbarat ücreti, kredi işlem fişi ücreti, kredi dekont ücreti, ödeme planı değiştirme ücreti, değişken taksitli ödeme planı gibi ücret kalemleri yasaklandı.
Taslağa göre vatandaşların bankalar ve diğer finansal kuruluşlar ile olan ilişkilerinde karşılaştıkları ücret, komisyon ve benzeri masraf kalemleri sadeleştirilerek sayıca azaltıldı. Yönetmelik ekinde yer alan 20 ücret kalemi dışında hiçbir ücretin alınamayacağı bir model oluşturuldu. Ücretler, 5 farklı grupta sınıflandırıldı. Makul olmayan ücret taleplerinin önüne geçildi. Yeni bir ücret konulabilmesi için kurumdan izin alınması zorunlu hale getirildi. Bankaların aynı işlemi farklı adlar altında birkaç defa ücretlendirmeleri önlendi, ücret talep edilebilecek her ürün ve hizmet için vatandaştan ayrı ayrı onay alma zorunluluğu getirildi.
 
Ücret artışlarını keyfiyeti önlemek amacıyla, yıllık yüzde 20’nin altındaki artışlarda tüketicinin bilgilendirilmesi zorunlu tutuldu, hiçbir ek maliyete katlanmadan ürün veya hizmetin kullanımından vazgeçme imkanı tanındı. Ücretlerde yıllık yüzde 20’nin üzerindeki artışlarda ise finansal kuruluşların tüketiciye ulaşarak yeniden tüketicinin onayını alması şartına bağlandı. Bankalara tüketiciye ‘yıllık üyelik ücreti’ bulunmayan bir kredi kartı sunma zorunluluğu getirildi. Ayrıca 180 gün ve daha uzun süre kredi kartını kullanmayan vatandaşlardan ücret tahsil edilmesi engellendi. Banka kartlarından ve sanal kredi kartlarından da ücret alınması yasaklandı. Tüketicinin kendi bankasının ATM’lerinden ve şubelerinden kendi hesabına para yatırma, bakiye sorgulama ve banka tarafından belirlenen limit dâhilinde ATM’lerinden para çekme işlemlerinden ücret alınmasının önüne geçildi.
 
Tüketici Yasası’nın birçok kısmının bu taslağa zorunluluk nedeniyle koyulduğunu belirten Tüketici Birliği Federasyonu Genel Başkanı Avukat Mehmet Bülent Deniz, “BDDK bu düzenlemeleri sanki yeni yapıyormuş gibi bir algı yönetimi yapıyor.” yorumunda bulundu. Bankaların aldıkları ücretlere bir yıl içerisinde yüzde 20’den az zam yaptığında herhangi bir yerden izin almasına veya tüketici onayına ihtiyacı olmadığını savunan Deniz, “Bu hükmü biz çok tehlikeli buluyoruz.” dedi. 20 kalemden ücret alınmasıyla ilgili, “BDDK’nın düşündüğü şey şu: Tahsis ücreti adı altında istihbarat ücreti, kredi işlem fişi ücreti, ödeme değiştirme ücreti, değişken taksit ödeme planı ücreti gibi 62 kalemdeki ücretleri bir isim altına getirdi. Yani bu hizmet kalemlerini azaltmış olmadı, birçoğunu gruplandırdı. BDDK burada çok da tüketici lehine bir şey yapmış değil.” ifadelerini kullandı.

Petrol Fiyatlarındaki Düşüş Benzine Yansımıyor

Petrol fiyatlarında son iki aydır yaşanan düşüş pompaya yansımadı. Benzin fiyatı yerinde saydı. Aynı dönemde dolar yüzde 1.5 artarken pompa fiyatı sadece yüzde 2.2 düştü.

Petrol fiyatlarındaki artışını bahane göstererek her fırsatta zam gazına basan akaryakıt firmaları, düşüşleri dikkate almıyor.Son 2 aydır brent petrolün varil fiyatı yüzde 10.1 gerilerken, benzindeki indirim sadece yüzde 2.2’de kaldı. Üstelik, aynı dönemde doların da sadece yüzde 1.5 değer kazanması, bahanelere de fırsat tanımayacak seviyede.

11.5 dolarlık düşüş
Dünya petrol fiyatlarındaki hızlı düşüşe rağmen, en ufak bir dalgalanmayı bile fırsata çevirerek bir gün bile beklemeden zam yapan akaryakıt dağıtım firmaları bu dönemde sessiz kaldı. Petrol fiyatları istikrarlı şekilde azalmaya devam ederken, 1 Ağustos’ta 5 kuruşluk indirimle 4.98 liraya düşürülen benzin fiyatı, 20 gündür değişmedi. Bu dönemde brent petrolün varil fiyatı tam 11.5 dolar geriledi.

İndirimde kaplumbağa hızı
Tüketiciler Birliği Federasyonu Genel Başkanı Bülent Deniz, akaryakıt şirketlerinin zamda koşaradım hareket ettiğini, indirimde ise kaplumbağa hızına düştüklerini söyledi. Bu durumu Enerji Bakanlığı’na sorduklarında, petroldeki değişikliklerin birkaç ay içinde benzin fiyatına yansıya-bileceği cevabını aldıklarını ifade eden Deniz, akaryakıttaki dolaylı vergilerin yüksekliği sebebiyle devletin de bu işe karışmadığını kaydetti.

Vergiden vazgeçemiyor
Vergi silahının devlet için bir düzenleyici olduğunu vurgulayan Deniz, pompa fiyatlarının düşmesinin enflasyon ve genel fiyatlarda düşüşe neden olacağını fakat devletin akaryakıttan gelen vergiden vazgeçemediğini kaydetti.

Vergisiz fiyatta ikinciyiz
EPDK’nın temmuz ayına ilişkin Petrol Piyasası Fiyatlandırma Raporu’na göre, Türkiye'de vergisiz benzin fiyatı AB ortalaması olan 1,97 liranın, vergisiz motorin fiyatı da AB ortalaması olan 2,01 liranın üzerinde gerçekleşti. Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında vergilendirme öncesi, litre başına 2,12 lira ile benzinin en pahalı satıldığı ikinci, litre başına 2,15 lirayla da motorinin en pahalı satıldığı dördüncü ülke oldu. Vergilendirme öncesi benzinin en pahalı olduğu ülke, 2,18 lirayla Danimarka olurken, motorinde ise 2,22 lirayla Yunanistan zirvede yer aldı.

22 Ağustos 2014 Cuma

Deprem Vergileri Geçiciydi, Kalıcı Oldu

Marmara depremi için getirilen geçici vergilerin toplanmasına, 15 yıl geçmesine rağmen son verilmedi. Bugüne kadar bu yolla 60 milyar lira vergi tahsil edildi. Gelirlerin yol yapımı ve farklı alanlarda kullanıldığını söyleyen yetkililer, ‘devlet bütçesinde birlik’ ilkesi nedeniyle toplanan vergilerin özel bir harcamaya tahsis edilemeyeceğinin altını çizdi.

Marmara depreminde zarar görenlerin yaralarını sarmak için getirilen geçici vergiler, aradan 15 yıl geçmesine rağmen devam ediyor. Alınan vergilerin vaat edildiği şekilde kullanılmamasına rağmen toplanmaya devam ediyor olması tepki çekiyor. Bu konuda ahlaki olarak da vicdani olarak da yanlış yapıldığının altını çizen Akdeniz Üniversitesi Maliye Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Ulutürk, deprem yaralarının sarılması adına toplanan vergilerin “duble yol” yapımı gibi yatırımlar için kullanılmaması gerektiğini belirtti. Tüketici Birliği Federasyonu Genel Başkanı Mehmet Bülent Deniz ise geçici olarak getirilen bu vergilerin zenginlerin ve düşük gelirliler tarafından aynı oranda ödenmesinin gelir dağılımı adaletsizliğini de olumsuz etkilediğini kaydetti. 17 Ağustos 1999’da yaşanan Marmara depreminden sonra bir kereliğine getirilen ve halk tepki göstermeden toplanan deprem vergisinin 60 milyar lirayı aştığı Maliye bürokratları tarafından da ifade edildi. Tüketici Birliği Federasyonu Genel Başkanı Avukat Mehmet Bülent Deniz, depremle ilgili çalışmalar ve yardımlar sona ermesine rağmen bu vergilerin günümüzde dahi alınmaya devam ettiğini aktardı. Deniz, “Dönemin yetkililerinden Mesut Yılmaz, bu konuda alınan vergilerle IMF’ye olan borcun ödenmeye başlandığını ifade etmişti. Bu açık ikrar depremde elde edilen paranın depremzedeler için harcanması gerekirken başka kaynaklara aktarılmış olması nedeniyle ortada bir suç söz konusuydu.” dedi. Öte yandan tahsilatının kolay olması nedeniyle, her gelen iktidarın bu deprem vergisini devam ettirdiğini belirten Deniz, “İlk yapıldığı 30 Haziran 2000’e kadar bu verginin alınacağı belirtilmişken daha sonra her defasında görülen lüzum üzerine uzatıldıkça uzatılmış.” dedi. Deniz, zenginlerin ve düşük gelirlilerin getirilen bu vergi kalemlerinde aynı oranda vergi ödediğini belirterek, “Halbuki vergide mali güce göre almak esastır. Dolayısıyla herkesin aynı vergiyi verdiği bir toplumda gelir dağılımı adaletsizliği çok ciddi bir şekilde artıyor.” dedi.

Kamu harcamalarını finanse edebilmek için iktidarın ek gelire ihtiyaç duyduğunu söyleyen Akdeniz Üniversitesi Maliye Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Ulutürk, “Başka bir vergi koymaktansa insanların ödemeye alıştığı vergiyi sürekli hale getirmek kamuoyunda çok fazla fark edilmezdi ve ses getirmezdi. AKP iktidarı da bunu tercih etti.” dedi. Ulutürk, ‘devlet bütçesinde birlik’ ilkesi nedeniyle toplanan vergilerin özel bir harcamaya tahsis edilemeyeceğinin altını çizerek, “O nedenle toplanan vergilerin deprem için harcanacağını söylemek teknik olarak mümkün değil.” dedi. Yollar için de bir finansmana ihtiyacı olduğunu dolayısıyla bütçeden bunun için kaynak ayrıldığını söyleyen Ulutürk, aslında depreme ayrılması gereken kaynağın yol yapımına ayrıldığını söyledi.

Deprem Vergileri Nereye Gitti?
Bugüne kadar toplanan deprem vergisinin 60 milyar lirayı aştığı hesaplanıyor. 1999 yılında getirilen ve geçici olduğu ilan edilen vergilerden bazıları, 2003 yılından sonra sürekli hale getirildi. İktidara aday olduğu günden itibaren vergi yükünü azaltacağı vaadini veren AKP, Özel İletişim Vergisi, Özel İşlem Vergisi gibi vergileri sürekli hale getirerek vaadinin tam tersini yaptı. Kişi başı vergi yükü bu vergilerle artırılmış oldu. Cep telefonu, ev telefonu, internet, televizyon hizmetleri gibi alanlarda alınan ÖİV abone başına ortalama 50 TL ek yük getiriyor. Cep telefonlarında yüzde 25, sabit hatlarda yüzde 15, internette yüzde 5, uydu ve TV yayınlarında yüzde 15 oranında Özel İletişim Vergisi var. İletişimde konuşma ücreti üzerinden ÖİV kesiliyor. 100 TL’lik bir cep faturasında ÖİV’nin payı 15 TL’yi buluyor. Üstelik diğer deprem vergileri gibi bu vergilerden elde edilen gelirler de farklı alanlarda kullanılıyor. Devletin depreme karşı alınan tedbirler için ne kadar harcama yaptığı ve bu harcamaların bütçeye etkisini sürekli şekilde paylaşması gerekir. Yönetimlerin bu harcamaları sadece bugünü değil geleceği de etkiler. Kısa vadeli getiriler yerine uzun vadeye odaklanıp öncelik sırasını (deprem gibi) en hayati olanlara vermek gerekir. Aksi takdirde muhtemel bir deprem hizmet olarak sunulan tüm yapıları yok etme riskini taşımaktadır.

Koray Tekin, Zaman 21.08.2014 http://www.zaman.com.tr/ekonomi_deprem-vergileri-geciciydi-kalici-oldu_2238869.html

21 Ağustos 2014 Perşembe

Mutfakta Yangın Var!

Son dönemde yükselen enflasyonda gıda fiyatlarının etkisi giderek artıyor. Marketlerdeki ürün fiyatlarından derlenerek hazırlanan rapora göre ortalama bir ailenin mutfak masrafı bir önceki yıla göre yüzde 28 artmış. Bu artışın düşük gelirliyi zenginden daha fazla etkilediğini belirten uzmanlara göre TÜİK enflasyonu gerçeği yansıtmıyor.
 
Ekonomist Uğur Gürses’e göre gıda fiyatlarındaki artış, zenginden daha çok düşük gelirli vatandaşları olumsuz etkiliyor. Türkiye’de Ağustos 2013 ve Ağustos 2014’te marketlerdeki raf fiyatlarından derlediğimiz rapor, Gürses’i haklı çıkarıyor. Nitekim, rapora göre geçen bir yılda üzümün fiyatı yüzde 115, limonun fiyatı yüzde 112, sivri biberin fiyatı yüzde 94, salatalığın fiyatı yüzde 54, pirincin fiyatı yüzde 50, kuru fasulyenin fiyatı yüzde 52, unun fiyatı yüzde 55 arttı. Tavuk ve et fiyatlarındaki ortalama artış ise yüzde 6’yı geçti. Buna karşılık kavunun fiyatı yüzde 38, elmanın fiyatı yüzde 14, karpuzun fiyatı yüzde 11, nohudun fiyatı ise yüzde 9 düştü. Rapora göre gıda enflasyonu ortalama bir ailenin mutfak masrafını bir önceki yıla göre yüzde 28 artırdı.
 
Bu araştırmanın ortaya çıkarmış olduğu verilerin Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) her ay açıkladığı enflasyon rakamlarının aksine tüketiciye yansıyan gerçek enflasyonu verdiğini belirten Tüketici Birliği Federasyonu Genel Müdürü Mehmet Bülent Deniz’e göre TÜİK, iki haneli rakam açıklamamak için oranı manipüle ediyor. Yanlış oran açıklamasının da iki nedeni olduğunu ifade eden Deniz, “İlki, seçim ortamı, siyasi kaos ve iktidarda kalma çabası etrafında birleşiyor. İkincisi ise işçi ve memur zammının bu oran esas alınarak yapılması ile alakalı. Bu sebeple oranı düşük tutmaya gayret ediyorlar. Ama biz TÜİK’in son birkaç yıldır açıkladığı rakamlara şaşırmaya ve gülmeye devam ediyoruz. Tüketici enflasyonu gerçekte en az yüzde 15. Bunu herkes biliyor.” açıklamasında bulundu.
 
Türkiye’de Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) kayıtlı çalışan sayısı 13 milyona yakın. Bu rakamın yarısı asgari ücretli çalışanlardan oluşuyor. CHP milletvekili Umut Oran’a göre kayıtsız çalışanlar da dikkate alındığında asgari ücret ve altında maaş alarak çalışanların oranı toplam istihdamın yüzde 70’ini oluşturuyor. İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) gelir adaletsizliği üzerine yaptığı araştırma Oran’ı destekliyor. Nitekim bu araştırmaya göre Türkiye’deki nüfusun en iyi gelir elde eden yüzde 10’luk kesimi ile en az gelir elde eden yüzde 10’luk kesimi arasındaki gelir farkı 9 kat. Ekonomistler Şili ve Meksika ile en fazla gelir adaletsizliğinin yaşandığı Türkiye’de bu durumu ‘uçurum’ diye nitelerken, gıda fiyatlarındaki artışın da en çok en az gelirliyi etkilediğine vurgu yapıyor. Harcamalarda gıdanın payı dikkate alındığında bütün OECD’ye üye ülkeler arasında en fazla payın Türkiye’de olması düşük gelirlinin karşı karşıya olduğu enflasyon etkisini daha iyi anlatıyor. Öte yandan Türkiye İstatistik Kurumu’na göre de nüfusun en yoksul yüzde 20’lik kesimi parasının yüzde 29’unu gıda harcamalarına ayırıyor. Yüzde 33,4’ünü ise ulaşım, konut ve kira gideri olarak ayırıyor. Kira, ulaşım ve gıda, düşük gelir elde eden ailelerin kazandıklarının üçte ikisini oluşturuyor. Dolayısıyla gıda fiyatlarının artması, düşük gelire sahip çalışan için hastalık, çocuk bakımı ve diğer gereksinimler için yaptığı harcamalardan kısmasına sebep olabiliyor. Ekonomi profesörü Deniz Gökçe ise et, süt, ekmek, patlıcan ve tavuk gibi ürünlerdeki artışın düşük gelirli için önemli olduğunu belirtti.
 
Arif Bayraktar-Gökmen Köse, Zaman 20.08.2014 KONOMİ http://www.zaman.com.tr/ekonomi_mutfakta-yangin-var_2238588.html

Polis, Çekerken Zarar Verdiği Araba İçin Tazminat Ödedi

Araçları çekme sırasında oluşan maddî hasarlar, sürücüleri zor durumda bırakıyor. Çekiciler tarafından aracı düşürülen Haber Türk TV spikeri Veyis Ateş, 3 yıl önce açtığı davada 10 bin TL tazminat kazandı. Yargının yavaş işlediğine dikkat çeken Tüketiciler Derneği Genel Başkanı Aydın Ağaoğlu, vatandaşları haklarını aramaları konusunda uyardı.
 
Başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’de her gün onlarca araç yol kenarına park edildiği gerekçesiyle çekiliyor. Çekme işlemi sırasında araçlarda meydana gelen maddi hasarlar ise araç sahiplerinin mağduriyetine yol açıyor. Bu durumdan mağdur olan Haber Türk TV spikeri Veyis Ateş, 2011 yılı Ekim ayında aracını çekerken düşüren Şişli Polis Hizmetleri Geliştirme ve Destekleme Derneği hakkında tazminat davası açmıştı. Ateş, 3 yıl önce açtığı tazminat davasını bir ay önce kazandı ve 10 bin liralık maddi zararını tazmin etti. Tüketiciler Derneği (TÜDER) Genel Başkanı Aydın Ağaoğlu, Türkiye’deki yargının yavaş işlemesinin bu şekilde sorunlara neden olduğunu söyledi. Ağaoğlu, “Davayı açan vatandaşlar kazanır. Çekmeyle ilgili ödedikleri bedelleri geri alır ve zararlarını tazmin ettirirler. Fakat insanların zaman ayırıp yargısal süreci takip etmek suretiyle karşı tarafın yaptığı haksızlığın giderilmesini sağlamaları pratikte pek de mümkün olmuyor. Malum Türkiye’de yargı yavaş işliyor. Bugün en kısa mahkeme bir yıl, bunun Yargıtay sürecini de eklerseniz iki seneye çıkıyor.” dedi.
 
3 yıl önce açtığı tazminat davasını yaklaşık bir ay önce kazanan ve 10 bin liralık maddi zararını tazmin eden Haber Türk TV spikeri Veyis Ateş, “O bölgede ‘park edilemez’ işareti olmadığı halde aracımı oradan çeken polis memuruna açtığım davanın 2. kısmı ise maalesef savcılığın gönderdiği yazıya rağmen kaymakam bey tarafından engellendi. Bürokratik yargıya olan isyanım hâlâ sürüyor.” dedi. Bu kararın, aracı çekiciler tarafından çekilirken, aracı zarar gören sürücüler için emsal niteliğinde olduğunu aktaran Veyis Ateş, sürücülere şu tavsiyelerde bulundu: “Vatandaş, ‘Nasıl olsa ben haksızım, yapılan işlem doğrudur, hukuk bana hak vermez’ diye şikâyet etmiyor. Aracınızı yanlış yere park etmiş olsanız bile otoparktan alırken mutlaka zarar görüp görmediğine bakın. Eğer zarar varsa bunu çekme işlemini yapan kurum karşılamak zorunda. Bunun gibi durumlarda maddi tazminat davası açıldığı takdirde kazanılma ihtimali yüksek.” diye konuştu.
 
Tüketiciler Birliği Federasyonu Genel Başkanı Bülent Deniz ise sorunun İstanbul’daki araç çekme işinin sadece Trafik Vakfı’na verilmesinden kaynaklandığını söyledi. Trafik Vakfı gibi kendisinden başka rakibi olmayan kuruluşların hizmet kalitesinin düştüğü bilinirken Deniz, “Bir kere emniyet, araç çekme işini sadece Trafik Vakfı’na değil birçok firmaya vermeli yani Trafik Vakfı’nın bu konudaki fiyat ve hizmet kalitesini tek başına belirleme serbestiyetini ortadan kaldırmalı, aksi takdirde ortada tam bir Trafik Vakfı terörü var.” diye konuştu. İstanbul’da Trafik Vakfı adı altında hizmet yapan çekicilerin, insanların araçlarını para kazanmak uğruna yangından mal kaçırır gibi çektiklerini ifade eden mağdur Özer S. ise “Herhangi bir şekilde sokakta levha var mı yok mu bakmadan araçları kaçırıp para kazanıyorlar.” dedi.
 
2008 YILINDA ARAÇ ÇEKME KALDIRILMIŞTI
İstanbul’da park ihlali yapan araçların çekim işini İstanbul Trafik Vakfı yapıyor. 2008’de İçişleri Bakanlığı’nın çıkardığı bir genelge ile araç çekme işlemi yasaklandı ve sadece park cezası kesilmesine karar verildi. Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Karayolları Trafik Kanunu ve yönetmeliğinde belirtilen yer ve haller dışında kalan ve sadece park yasağını ihlal ettiği tespit edilen araçların çektirilmemesini ve bu şekilde park etmiş araçların tescil plakasına ceza tutanağı düzenlenmesini istemişti. Ancak bu karar, 21 Mart 2012’de değiştirildi. Eski düzen, araçların çekilmesine devam ediliyor. İstanbul Trafik Vakfı’nın sitesinde yayınladığı araç çekme ücretleri ise el yakıyor. Listede “Araç çekme ücreti (park yasağı) 70,00 TL, özel taşıma (5 km kadar) 100,00 TL, km başına 5,00 TL alındığı belirtiliyor. Bu rakamlar toplanınca ortaya 175 TL gibi bir ücret çıkıyor. Vatandaşlar bu ücreti ödedikten sonra araçlarını geri alabiliyor.
 

14 Ağustos 2014 Perşembe

Erken Genel Seçim Tarihi Belli Oldu

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu 13 Ağustos 2014 tarihli birleşiminde, TBMM. nin 1 Ekim 2014 tarihine kadar tatile girmesi kararı aldı.
 
Aslında yasama dönemini çoktan geçmiş, fazladan çalışan TBMM. nin aldığı bu kararın garipsenmemesi gerekiyor.
Ancak Meclis gündeminde bulunan ve içinde kamu maliyesine olan borçların yapılandırılmasından, işçi haklarıyla ilgili kimi düzenlemelere kadar bir çok maddeyi barındıran 'torba yasa'nın tümünün görüşülüp kabul edilmesinden sonra Meclis'in tatile gireceği beklenirken,  Meclis'in ani tatil kararı, önümüzdeki günler için bir çok ipucunu barındırıyor.
 
"Af Yasaları" Seçim Yatırımıdır
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Meclis'e sunulan torba yasa, geçmişte örneklerini sıkça gördüğümüz bir siyasi hamle aslında.
Hemen her seçim öncesi böyle bir yasa tasarısı Meclis'e sunulur; vergi, SGK primi, traik cezası ve benzeri tüm kamu alacakları uygun faiz ve taksitlerle yapılandırılırdı. 
Bu türden yasaların ardından gerçekleşen seçimler için iktidarın oy kazanmasına yönelik bu taktik her zaman uygulanmış ve doğal olarak seçimlerde, iktidar lehine yarar sağlamıştır.
 
Bu kez de, Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi iktidar partisi için son derece önemli  bir seçim öncesi Meclis'e sunulan son torba yasa tasarısı da, aynı taktik anlayışın bir ürünüydü.
 
Seçim Kazanıldı, Yasaya Ne Gerek Var!
Ancak bu kez tasarının yasalaşması seçimlere kadar bitirilemedi ve seçim sonrasına kaldı.
 
Seçimin sonucu biliniyor.
İktidar partisi seçimi kazandı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçildi.
 
Olağan koşullarda, torba yasayı kabul edip tatile girme kararında olan Meclis'in bu yasayı çıkarması gerekirdi.
Dolayısıyla bir kaç aydır kamu maliyesine olan borçların yapılandırılmasına ilişkin kamuoyunda oluşan beklenti nedeniyle kimsenin vergi, ceza, prim ödemediği bir dönemde, bu düzenlemenin yapılmadan Meclis'in tatile girmesi, hiç de olağan bir durum değil.
Yine Bakan Ali Babacan tarafından hazine kasasına önümüzdeki bir yıl içinde 220 milyar USD. para gerektiğinin dillendirildiği, derecelendirme kuruluşlarının Türkiye için risk öngördüğü bir ekonomik ortamda, birikmiş borçların ödenmesini sağlayacak bir yasal düzenlemeyi ertelemek, anlaşılabilir bir hamle değil...
 
Birbiri Ardına Siyasi Hamleler...
Ancak görünen o ki, seçim sonrası iktidar partisinde başlayan Genel Başkan ve Başbakanın belirlenmesi süreci, bu süreçte iktidar partisi içinde yaşanmaya başlayan tartışmalar ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili belirsizlik, bu gelişmenin nedenleri arasında.
 
İktidar partisinin içinde bulunduğu bu zorlu sürecin oluşturduğu siyasi riskin, ekonomik verilerdeki olumsuz seyrin ortaya koyduğu ekonomik risk ile birleşmesi, Cumhurbaşkanlığı seçim sonucunun rüzgarından yararlanmak isteyen iktidar partisi için erken ve baskın genel seçimi zorunlu kılıyor.
 
27 Ağustos'ta yapılacak kongre ile Genel Başkan ve Başbakanı belirleyecek olan iktidar partisinin, erken genel seçim ile yeni seçilen Genel Başkan ve Başbakan'ın seçim sınavından geçmesi ve dolayısıyla seçmen tarafından da onaylanmasının istemesi yanında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün partinin başına geçmesi ve Başbakan olmasının istenmediğine ilişkin yaygın bir gözlem ve değerlendirmenin olduğu bir ortamda, bu hamle ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün partinin başına geçmesi olasılığının tamamen bertaraf edilmesi de yapılan hesaplamalar içinde olmalı...
 
Ne Olacak?
-Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan'ın yemin töreni için 28 Ağustos 2014 tarihinde toplanacak TBMM. Genel Kurul'una erken genel seçim yapılmasına ilişkin bir yasa taslağı sunulur.
 
-Genel Kurul bu taslağı yasalaştırır ve büyük olasılıkla Ekim ayı içinde yapılacak bir genel seçim sürecine girmiş oluruz.
 
-Torba yasa beklentisindeki kamuoyu için de yasal düzenleme gerektirmeyen, örneğin borçlu yurttaşların üzerine gidilmemesi gibi kimi idarî tâlimatlar ve düzenlemeler uygulamaya konur, yurttaş küstürülmez.
Öte yandan seçim sonrası için yeni bir 'torba yasa' çıkarılacağı beklentisi de, seçim yatırımı kapsamında canlı tutulmaya devam edilir. Bu beklentiye bir de bedelli askerlik eklenince, seçim yatırımı hamlesi tamamlanmış olur.
 
Ne Olmayacak?
'Ne olacak' sorusuna verebileceğimiz yanıtlardaki 'kesinlik' savı, 'ne olmayacak' sorusu için geçerli değil.
 
Abdullah Gül'ün siyaset sahnesinde alacağı, almaya çalışacağı rol, yeni seçilecek Genel Başkan ve Başkanın seçmen tarafından ne denli kabul göreceğine ilişkin risk, erken genel seçimlere kadar ekonomideki olumsuz seyrin giderek artması gibi gelişmeler, iktidar partisi için bırakın Anayasa değişikliğini sağlayacak çoğunluğun elde edilmesi, tek başına iktidar sonucunun bile garantilenemeyeceği bir seçim sonucunu da ortaya çıkarabilir.
 
Böyle bir değişken verinin söz konusu olduğu zeminde, siyasetin nasıl şekilleneceği ve bu şekillenmenin nelere yol açacağını bugünden kestirmek zor.
 
Ne Yapacağız?
Görünen o ki, bizi sonbaharda bir ekonomik kriz veya iyimser nitelemeyle daralma bizi bekliyor.
Şimdiden başını yukarı çeviren faiz oranları, kurak geçen mevsim nedeniyle gıda fiyatlarında oluşacak artışlar, siyasi belirsizlik nedeniyle her zaman Türkiye'nin imdadına (!) yetişen yabancı paranın nazlanacak olması, sonbahar ile birlikte ayağımızın boyunun, yorganın boyundan uzun olmaya başlayacağı günlerin uzakta olmadığını gösteriyor.
 
Gelişmeleri sıcak yaz günlerinin neminde ve rehavetinde izlemekle görevlendirilen yurttaş için Ekim ayına, daha doğrusu sonbahara ilişkin temel önerimiz, özellikle banka ile ilişkilerin dikkatle kurulması, borçlanmaktan kaçınma ve harcamaları gözden geçirme üzerine kurulu.
 
Yaşanacak sürecin siyaset aktörleri tarafından doğru yönetilememesi halinde, faturanın yurttaş tarafından ödendiğine ilişkin geniş bir hafızaya sahip bu coğrafyanın sâkinlerinin diyecek sözleri elbette vardır.
Bekleyip, göreceğiz...

5 Ağustos 2014 Salı

"Cephane Bizden Değil" Boykotunda İkinci Aşamaya Geçeceğiz



İsrail'in Gazze'de uyguladığı soykırım devam ediyor.
Emperyalizme uşaklık yapan devlet adamlarına inat, dünya halkları soykırıma tepkisini göstermeye devam ediyor.
Dünya halklarının ortak vicdanı, soykırımı lânetliyor.
İnsanlığın ortak vicdanı, Türkiye'de başgösteren "CEPHANE BİZDEN DEĞİL" boykotunda birleşiyor.
Tüketici Birliği Federasyonu Genel Başkanı Mehmet Bülent Deniz, "CEPHANE BİZDEN DEĞİL" boykotunda ikinci aşamaya geçmek için hazırlıkların sürdüğünü açıkladı.
 
Tüketicinin Gazze tepkisi ile ilgili tüm gelişmeler; Ulusal Kanal'da, Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu EkoPolitik'te konuşuldu.
 
Ulusal Kanal, EkoPolitik (05.08.2014)
http://www.youtube.com/watch?v=R2uzdm_JAEY

3 Ağustos 2014 Pazar

Türk Firmaları Hatalı Ürünlerini Geri Çağırmaya ‘Gönüllü’ Olmadı

Dünyada sanayi devlerinin sıklıkla başvurduğu hatalı ürünlerini geri çağırma yöntemi Türkiye’de uygulanamıyor. Ülkenin tüketici hakları konusunda Batı’yı çok geriden takip ettiğine işaret eden Tüketici Birliği Federasyonu Başkanı Bülent Deniz, firmaların can ve mal kaybı tehlikesini büyük bir risk olarak algılamadığını söyledi.
 
Dünyada birçok kurumsal ve büyük firmanın kullandığı hatalı ürünlerini geri çağırma uygulaması Türkiye’de karşılık bulmadı. Tüketici Kanunu’nda da yer almasına rağmen şimdiye kadar Türkiye’de hatalı ürününü geri çağıran firma olmadı. Konuyu araştıran Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı sanayi ve teknoloji uzman yardımcısı Gülbanu Gökçe, üreticiler tarafından gönüllü geri çağrılan ürünlerin ‘ayıplı mal’ tanımında değerlendirilmemesi ve üreticilerin gönüllü geri çağırmaya teşvik edilmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’de temel sorunun denetimsizlik olduğu vurgusunu yapan eski Tüketici Dernekleri Federasyonu Başkanı Sıtkı Yılmaz, Türkiye’de haklı ve haksızın güce göre belirlendiğini ve güçlü olanın kanunlara uymadığını söyledi. Gönüllü çağırma faaliyetinin bir anlayış ve uygarlık meselesi olduğuna vurgu yapan Tüketici Birliği Federasyonu Başkanı Bülent Deniz ise Türkiye’de can ve mal kaybının tehlikeye girmesinin firmalar tarafından büyük bir risk olarak algılanmadığını söyledi.
   
Tüketiciye güvenli bir piyasanın sağlanması için yıllardır çalışmalar sürüyor. Birçok bakanlık Türkiye genelinde piyasa gözetimi ve denetimi yapıyor. Bunun yanında ürünün piyasadan geri toplanması sağlanıyor ve üreticinin sorumluluklarını gerektirdiği gibi yerine getirmemesi nedeniyle idari yaptırım uygulanıyor. Gönüllü geri çağırma sistemi üreticilere bu idari süreci yaşamadan düzeltici faaliyette bulunma imkânı sağlıyor. Tüketiciye güvenli bir piyasanın sağlanmasında etkin olarak kullanılması gereken bu sistem yıllardır var fakat şimdiye kadar hayata geçirilen ciddi bir uygulama bulunmuyor. Gönüllü geri çağırma, piyasaya sunulan bir ürünün tüketicilere karşı bir risk oluşturması halinde tüketicilerin en kısa sürede bilgilendirilmesi ve ürünün piyasadan toplanmasına deniyor. Geri çağrılan ürünler uygun hale getirilmeden tekrar piyasaya sürülemez ve uygun hale getirilemeyen ürünlerin imha edilmesi gerekiyor. Fakat uluslararası markaların geri çağırmaya karar verdiği ve Türkiye’yi de ilgilendiren ürünler dışında ülkemizde yerli firmalardan kamuoyuna yansıyan geri çağırma faaliyeti hiç yok.
   
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde her ay yayınlanan Kalkınmada Anahtar Verimlilik dergisinde geçtiğimiz aylarda gönüllü geri çağırma faaliyetleri üzerine ilginç bir makale yayınlandı. Sanayi ve Teknoloji Uzman Yardımcısı Gülbanu Gökçe, makalesinde Türkiye’de gönüllü geri çağırma faaliyetlerinin ülkemizde hâlâ çok fazla kullanılmayan bir sistem olduğuna dikkat çekti. Üreticilere mevzuat ve uygulamalar hakkında düzenli olarak bilgilendirme yapması gerektiğini söyleyen Soylu, bu şekilde üreticilerin gönüllü geri çağırmaya teşvik edilmesi gerektiğini anlattı. Üreticilerin gönüllü geri çağırma faaliyetlerine katılmak için geri çağrılan malların ‘ayıplı mal’ kapsamından çıkarılmasını istediklerini söyleyen Soylu, üreticiler tarafından gönüllü geri çağrılan ürünlerin yeni bir düzenlemeyle Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da yer alan ‘ayıplı mal’ tanımında değerlendirilmemesinin bir teşvik unsuru olacağını ifade etti.
   
Devletin farklı konularda kararlar aldığını fakat uygulama noktasında eksiklikler yaşandığını vurgulayan eski Tüketici Dernekleri Federasyonu Başkanı Sıtkı Yılmaz, “Devlet, kararı almasının sonrasında da denetlemekle yükümlüdür. Denetim sonucunda uygun olmayan ürünler toplanmalıdır.” dedi. Yılmaz ayrıca, tüketicinin bilinçlendirilmesinde de devletin sorumlu olduğunu söyledi.
   
Türkiye’de ayıplı mal yaptırımının etkili ve yeterli seviyede olmadığının altını çizen Tüketici Birliği Federasyonu Başkanı Bülent Deniz, “Türkiye’de can ve mal kaybının tehlikeye girmesi büyük bir risk olarak algılanmıyor.” şeklinde konuştu. Tüketicilerin haklarını tam manasıyla bilmediklerini ileri süren Deniz, “Türkiye, tüketici hakları konusunda Batı’yı çok geriden takip ediyor.” diye konuştu.