9 Şubat tarihli makalemizde; “Eylül ayında başlayan küresel ekonomik krizin ilk günlerinde kapıldığım o tuhaf duygudan bir türlü kurtulamamıştım; “bu sıradan bir kriz değil…” Bana öyle geliyordu ki; ateşin bulunması, Fransız İhtilali, Berlin Duvarının yıkılması gibi insanlık tarihinin çok çok önemli olayları gibi bir şeyle karşı karşıyaydık. Etkilerini, sonuçlarını kısa vadede göremeyeceğimiz, ama toplum yaşamı için normal sayılabilecek 80-100 yıllık bir süreç içinde insanlığa getirecekleri ortaya çıkacak bir önemli olay olarak algılıyordum. Bu algılamam hiç değişmedi” diyerek,
22 Şubat tarihinde kendimizce son noktayı koymuş ve “yaşanan derin kriz nedeniyle insanlığın sonunun falan geldiği yok. Sadece bugüne kadar bildiğimiz ekonomik modellerin, üretim yöntemlerinin sonuna geldik. Dünyada hâkim olan ekonomi mimarisi yerle bir oldu, yerine yeni bir üretim yöntemi, paylaşım modeli, kısacası ekonomi mimarisi inşa edilecek” iddiasında bulunmuşuz.
Bu kadar iddialı, afili tespit ve öngörülerin ardından Nisan ayı ile birlikte dış piyasalarda toparlanma belirtilerinin görülmeye başlaması, içeride de USD kurunun düşüp İMKB nin coşmaya başlaması ve nihayetinde küresel krizi bilen adam olarak anılan Nouriel Roubini’den Obama’ya kadar hemen herkesin “dibi gördük, artık bundan sonrası selamet” söylemleri arasında, okurlarımızın ve yakın dostlarımızın istihza dolu takılmalarına göğüs germiş biri olarak, ekonomi kâhinliği misyonumuzu (!) devam ettirip Ekim ayında küresel ekonomik sıkıntıda yeni bir döneme girileceği iddiasında bulunuyoruz.
“Dibi Gördük” mü?
Nitekim biz bu makaleye çalışırken, coşmuş piyasalar birden bire süt dökmüş kediye döndü ve gerek açıklanan veriler ve gerekse finans piyasalarında oluşan değerler, bahar havasının sona erdiğine dair ipuçları vermeye başladı.
“Dibi gördük” olarak bizlere yansıyan söylemlerin satır araları dikkatlice okunduğunda temel olarak dile getirilenin “dibi gördük”ten çok “kötüye gidiş hızı yavaşladı” olduğu çok açık.
Nitekim “aman ne güzel, kriz bitti” dedirten uluslararası ve ulusal tüm ekonomik verilerin hala negatif olduğu, sadece negatif seyir hızının azaldığı bir gerçek.
Özellikle Çin’in Temmuz ayında açıklanan yıllık bazdaki ithalatındaki yüzde 14,9 oranındaki düşüş, küresel ekonomik sıkıntının dibinin hala görünmediğinin habercisi sanki…
Ardından ABD. de banka iflaslarının birkaç gündür devam ediyor olması da, iyimser adamlar topluluğunda şaşkınlık oluşturmuşa benziyor.
Kaçamayan, Şimdi Kaçacak…
Ülkemizde ise, hangi perspektiften bakılırsa bakılsın, Eylül ayında başlayan süreçte İzlanda, Macaristan, Pakistan gibi ülkelerden daha az etkilendiğimiz açık.
Bunda, kriz öncesi ülkemizde bulunan sıcak paranın “stop loss” diyememesi ve ulusal piyasalardan çıkamamasının etkisi olduğunu düşünüyoruz.
Şu anda kriz öncesi ülkemizde bulunan ve kriz sürecinde ülkemizden çıkmayı başaramayan sıcak paranın, Nisan ayı ile birlikte başlayan bahar havasını arkasına alarak ulusal piyasalarda pozitif değerleri zorladığı ve “kriz bitti” algısını oluşturmaya çabaladığı bir gerçek.
Piyasa oyuncularının “keriz silkeleme” dedikleri bir operasyon gibi görünüyor gözümüze. Eylül ayından itibaren piyasalardan ve dolayısıyla ülkemizden çıkamayan sıcak para, bu operasyon ile daha olumlu koşullarda ülkemizden çıkmaya hazır hale gelmeye çalışıyor sanki…
Öte yandan seyir hızını azaltsa da negatif rakamlara sahip işsizlik, kapasite kullanım, ithalat-ihracat, cari açık ve benzeri göstergelerimiz alarm seviyesini koruyor.
Siyasi iktidarın önlemler paketi sadedinde uygulamaya koyduğu ÖTV indirimlerinin sonu gelince, otomotiv başta olmak üzere, geçici süre için ÖTV indirimi yapılan sektörlerde satışlar yeniden bıçak gibi kesildi.
Yaklaşan Ramazan ayı, okulların açılması, kış dönemi gibi normal koşullarda da, ülke ekonomisinde hafif sallantılara neden olan dönem kapıda.
Talep Azalacak, İşsizlik Artacak
Ferdi borç stokunun eritilmesine yönelik olarak siyasi iktidar tarafından çıkarılan kredi kartı, öğrenci kredisi ve benzeri borçların yapılandırılarak tasfiyesine ilişkin yasalardan yararlanma oranı da, beklenenin gerçekleşmeyeceğini gösteriyor.
Yani hane halkı hala borçlu kalmaya devam ediyor.
Hane halkının borç stokunun olduğu gibi durduğu bir ekonomik düzende, tüketimin yani talebin azalmaya devam edeceği bir gerçek. Talep azalması da, ekonominin o bildik kuralı gereği “arz”ı, yani üretimi azalacaktır.
Bu demektir ki, hız kesmiş görünen işsizlik rakamları başta olmak üzere göstergeler yeniden baş aşağı uçmaya devam edecektir.
Eh, bu noktada küresel zeminde ekonomik sıkıntının bitmediği ve sonbahar (hatta nokta atışı yapalım Ekim ayı) ile birlikte krizde yeni bir olumsuz döneme girileceği öngörümüz gerçekleşirse; bu durumda, önceki süreçte diğer ülkelere göre bizi daha az etkilemiş olan ekonomik sıkıntıdan hayli ve belki de en fazla etkilenen ekonomilerden birisi olmamız işten bile değil.
Hadi bir miktar daha moral bozmaya devam edelim; Avrupa Birliği’ndeki geleceğe yönelik olumsuz beklentiler, bizdeki “açılım” süreci, İran’da yaşanan ve ne olduğunu kimsenin anlayamadığı gelişmeler, Obama ile birlikte değişim sinyalleri veren ABD politikasındaki projeksiyonların ne olduğunun sadece proje sahiplerince bilindiği bir ortamda, küresel ekonomideki gidişatın bu gelişmeler doğrultusunda belirlenmemesi mümkün değil.
Bu durumda baştaki sözümüze dönerek, “dünyada hâkim olan ekonomi mimarisi yerle bir oldu, yerine yeni bir üretim yöntemi, paylaşım modeli, kısacası ekonomi mimarisi inşa edilecek” tespitimizi hatırlayıp tarihe tanıklık etmeye devam edeceğiz.
Sahi, çare ne?
O bizim işimiz değil elbette.
Orta yerde Roubini, Ali Babacan, Mehmet Şimşek dururken, bu konuda ahkâm kesmenin bize düşmeyeceğini, herhalde takdir edersiniz…
22 Şubat tarihinde kendimizce son noktayı koymuş ve “yaşanan derin kriz nedeniyle insanlığın sonunun falan geldiği yok. Sadece bugüne kadar bildiğimiz ekonomik modellerin, üretim yöntemlerinin sonuna geldik. Dünyada hâkim olan ekonomi mimarisi yerle bir oldu, yerine yeni bir üretim yöntemi, paylaşım modeli, kısacası ekonomi mimarisi inşa edilecek” iddiasında bulunmuşuz.
Bu kadar iddialı, afili tespit ve öngörülerin ardından Nisan ayı ile birlikte dış piyasalarda toparlanma belirtilerinin görülmeye başlaması, içeride de USD kurunun düşüp İMKB nin coşmaya başlaması ve nihayetinde küresel krizi bilen adam olarak anılan Nouriel Roubini’den Obama’ya kadar hemen herkesin “dibi gördük, artık bundan sonrası selamet” söylemleri arasında, okurlarımızın ve yakın dostlarımızın istihza dolu takılmalarına göğüs germiş biri olarak, ekonomi kâhinliği misyonumuzu (!) devam ettirip Ekim ayında küresel ekonomik sıkıntıda yeni bir döneme girileceği iddiasında bulunuyoruz.
“Dibi Gördük” mü?
Nitekim biz bu makaleye çalışırken, coşmuş piyasalar birden bire süt dökmüş kediye döndü ve gerek açıklanan veriler ve gerekse finans piyasalarında oluşan değerler, bahar havasının sona erdiğine dair ipuçları vermeye başladı.
“Dibi gördük” olarak bizlere yansıyan söylemlerin satır araları dikkatlice okunduğunda temel olarak dile getirilenin “dibi gördük”ten çok “kötüye gidiş hızı yavaşladı” olduğu çok açık.
Nitekim “aman ne güzel, kriz bitti” dedirten uluslararası ve ulusal tüm ekonomik verilerin hala negatif olduğu, sadece negatif seyir hızının azaldığı bir gerçek.
Özellikle Çin’in Temmuz ayında açıklanan yıllık bazdaki ithalatındaki yüzde 14,9 oranındaki düşüş, küresel ekonomik sıkıntının dibinin hala görünmediğinin habercisi sanki…
Ardından ABD. de banka iflaslarının birkaç gündür devam ediyor olması da, iyimser adamlar topluluğunda şaşkınlık oluşturmuşa benziyor.
Kaçamayan, Şimdi Kaçacak…
Ülkemizde ise, hangi perspektiften bakılırsa bakılsın, Eylül ayında başlayan süreçte İzlanda, Macaristan, Pakistan gibi ülkelerden daha az etkilendiğimiz açık.
Bunda, kriz öncesi ülkemizde bulunan sıcak paranın “stop loss” diyememesi ve ulusal piyasalardan çıkamamasının etkisi olduğunu düşünüyoruz.
Şu anda kriz öncesi ülkemizde bulunan ve kriz sürecinde ülkemizden çıkmayı başaramayan sıcak paranın, Nisan ayı ile birlikte başlayan bahar havasını arkasına alarak ulusal piyasalarda pozitif değerleri zorladığı ve “kriz bitti” algısını oluşturmaya çabaladığı bir gerçek.
Piyasa oyuncularının “keriz silkeleme” dedikleri bir operasyon gibi görünüyor gözümüze. Eylül ayından itibaren piyasalardan ve dolayısıyla ülkemizden çıkamayan sıcak para, bu operasyon ile daha olumlu koşullarda ülkemizden çıkmaya hazır hale gelmeye çalışıyor sanki…
Öte yandan seyir hızını azaltsa da negatif rakamlara sahip işsizlik, kapasite kullanım, ithalat-ihracat, cari açık ve benzeri göstergelerimiz alarm seviyesini koruyor.
Siyasi iktidarın önlemler paketi sadedinde uygulamaya koyduğu ÖTV indirimlerinin sonu gelince, otomotiv başta olmak üzere, geçici süre için ÖTV indirimi yapılan sektörlerde satışlar yeniden bıçak gibi kesildi.
Yaklaşan Ramazan ayı, okulların açılması, kış dönemi gibi normal koşullarda da, ülke ekonomisinde hafif sallantılara neden olan dönem kapıda.
Talep Azalacak, İşsizlik Artacak
Ferdi borç stokunun eritilmesine yönelik olarak siyasi iktidar tarafından çıkarılan kredi kartı, öğrenci kredisi ve benzeri borçların yapılandırılarak tasfiyesine ilişkin yasalardan yararlanma oranı da, beklenenin gerçekleşmeyeceğini gösteriyor.
Yani hane halkı hala borçlu kalmaya devam ediyor.
Hane halkının borç stokunun olduğu gibi durduğu bir ekonomik düzende, tüketimin yani talebin azalmaya devam edeceği bir gerçek. Talep azalması da, ekonominin o bildik kuralı gereği “arz”ı, yani üretimi azalacaktır.
Bu demektir ki, hız kesmiş görünen işsizlik rakamları başta olmak üzere göstergeler yeniden baş aşağı uçmaya devam edecektir.
Eh, bu noktada küresel zeminde ekonomik sıkıntının bitmediği ve sonbahar (hatta nokta atışı yapalım Ekim ayı) ile birlikte krizde yeni bir olumsuz döneme girileceği öngörümüz gerçekleşirse; bu durumda, önceki süreçte diğer ülkelere göre bizi daha az etkilemiş olan ekonomik sıkıntıdan hayli ve belki de en fazla etkilenen ekonomilerden birisi olmamız işten bile değil.
Hadi bir miktar daha moral bozmaya devam edelim; Avrupa Birliği’ndeki geleceğe yönelik olumsuz beklentiler, bizdeki “açılım” süreci, İran’da yaşanan ve ne olduğunu kimsenin anlayamadığı gelişmeler, Obama ile birlikte değişim sinyalleri veren ABD politikasındaki projeksiyonların ne olduğunun sadece proje sahiplerince bilindiği bir ortamda, küresel ekonomideki gidişatın bu gelişmeler doğrultusunda belirlenmemesi mümkün değil.
Bu durumda baştaki sözümüze dönerek, “dünyada hâkim olan ekonomi mimarisi yerle bir oldu, yerine yeni bir üretim yöntemi, paylaşım modeli, kısacası ekonomi mimarisi inşa edilecek” tespitimizi hatırlayıp tarihe tanıklık etmeye devam edeceğiz.
Sahi, çare ne?
O bizim işimiz değil elbette.
Orta yerde Roubini, Ali Babacan, Mehmet Şimşek dururken, bu konuda ahkâm kesmenin bize düşmeyeceğini, herhalde takdir edersiniz…