24 Mayıs 2015 Pazar

HAYAT gerçekten BÖYLE BİR ŞEY



Şefika’yı anımsıyorum.
Gül’ü, Vahide’yi de…
Aynı sınıfın hem başarılı, hem uçarı üç arkadaşın platonik sevgilileriydi.




12 Eylül zamanı.
Zor’un gençliğimizi vurduğu, zihinlerimizi kanattığı zamanlar.

Şimdi var mı, bilmiyorum, Milli Güvenlik Dersi.
Bir subay gelirdi.
Çatık kaşlı, sınıfı kendi mangası zanneden.
Derse gelirken nöbetçi öğrencinin kapıda, esas duruşta ve gırtlağını patlata; “6 Fen B sınıfı emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım” diye ona hoş geldin çektiği bir subay.
Başlar dik, bakışlar karşıya bakmalı ve iki el, avuç içleri sıraya yapışmış, put gibi olunmalı.

Toplu halde, delirdiğimiz zamanlar.
Cetvelle çizilmiş sınırın dışına taşan her şeyin ezilmesi gerektiğine inandırıldığımız zamanlar.

O yangın yerinde okuduk lise son sınıfı.
17 yaşın tüm ateşiyle aşklar kurguluyorduk.
Bir Ege kentinde de olsak, bir kız ve bir erkeğin birlikte aşk yaşamasının olanaksız olduğu zamanlardı.
Bize de, kurgulamaktan öteye gidemeyen özlemler kalıyordu.
Kimbilir belki de, kızlar da aynı durumdaydılar.
Ama bilemiyorduk, onların ne konuştuklarını, ne hissettiklerini…

O kurgunun kahramanlarından biri, Şefika; yıllar sonra bir kitap sayfalarının arasından düştü önüme.
O lise son sınıfın hem başarılı, hem uçarı üç delikanlısından birinin, Nafer’in kurgusundaki aşkıydı.

Kimi zaman dert ortağı olduğumuz, gençliğin o en güzel günlerini birlikte yaşadığımız o üç arkadaştan biri, bu satırların yazarı.
Diğeri Nafer Ermiş.
Şimdilerde Hayat Böyle Bir Şey ile satış rekoruna koşan kitabın kitabın ve başka kitapların yazarı.

Hayat Böyle Bir Şey kitabından düştü Şefika’nın ismi.
Nafer Ankara Siyasal’ı, ben İstanbul Hukuk’u kazanıp dağıldık.
İlk sene Ankara’ya ziyarete gittiğimi anımsıyorum.
Evet, kitaptaki o rutubetli, soğuk, karanlık, bodrum kattaki eve.
Bir gece kalmıştım.
Öğrenci evinin dağınıklığına, yoksulluğuna, Nafer’inkilerin eklendiği bir ev.

Kedi Kaspar’ı anımsamıyorum.
Belki ben gittiğimde henüz “Nafer’in kedisi” olmamıştı daha.
Ama Işıl ismini anımsıyorum.
Söylemişti Nafer bana, Işıl diye bir kıza aşık olduğunu.
Sonra İstanbul’a dönüş ve birbirimizi bulana dek aradan otuz küsur yılın geçmesi…

Hayat Böyle Bir Şey’i alıp okuyun.
"Yeni yazın" diye, şimdilerde dillendirilen akımın öncüsü.
Tadı değişik, sarsıcı ve devrimci.
Yanında lise arkadaşım Nafer Ermiş’i tanımak da, bonusu…




*Nafer Ermiş, Hayat Böyle Bir Şey, İthaki