Mazlumiyet
seçimlerde oy getirir mi?
2002’den
beri AKP’nin kazandığı her seçim sonrası, seçimi kaybedenlerin öne sürdüğü
gerekçelerden biri oldu bu.
1983
seçimleri.
12
Eylül sonrası ilk seçimler.
Seçime
hangi partilerin gireceğine beş general karar veriyor.
Önce
12 Eylül yönetiminin Başbakanı, emekli General Bülend Ulusu’ya parti kurdurma
denemesi tutmayınca, bir başka General Turgut Sunalp’e parti kurduruyor ihtilâl
yönetimi.
“Bir de soldan
olsun” deniliyor,
Başbakanlık Müsteşarı Necdet Calp’e solda bir parti kurduruluyor.
Kuruluş
dilekçesi veren onlarca parti, darbecilerin vetolarıyla seçime sokulmuyorlar.
Bu arada Turgut Özal’ın partisi de, arada kaynıyor ve seçime giren üçüncü parti
oluyor.
Kamuoyu,
medya, dış dünya, herkes darbe yönetiminin, seçimleri Turgut Sunalp’in
MDP’sinin kazanmasını istediğini biliyor. Her türlü mekanizma bu partinin
seçimi kazanması için çalıştırılıyor.
İşte
tam bu noktada, “mazlumiyet” giriyor devreye; “… Özal halk karşısında “mazlum, garip bir parti” rolüne soyunuyordu.
“İşte askerî yönetim kendisini değil, Sunalp’i istiyordu”!... Özal bu rolü çok
başarılı oynadı.” (Dar Sokakta
Siyaset (1980-1983), Yalçın Doğan, Tekin, İstanbul, 1985, 3. Bası, s. 411)
2002-2010
arasındaki seçimlere ilişkin “mazlumiyet” gerekçesini öne sürenler için
tarihten bir örnek.
…..
İktidarlarında,
ulusal gelir pastasının sürekli olarak büyüdüğü ile övünmek yeterli mi?
Evet,
ulusal gelirin büyümesi iyi ama tek başına yeterli değildir. Pastanın büyümesi
kadar, pastanın bölüşümünün adaletli olması da, en az ilki kadar önemli.
Büyümenin
hızlı ve sürekli olduğu ekonomik iklimde, gelirin paylaşımındaki adalet, itiraz
konusu olmuyor, tepki duyulmuyor.
Büyümedeki
yavaşlama ile birlikte, ulusal gelirin paylaşımındaki adaletsizlik halk
yığınlarının tepkisini çekmeye başlıyor.
Çeşitli
veri setlerine göz atıyorum:
Ülkemizin
ulusal gelirinin paylaşımında, 2002-2005 yılları arasında gelir dağılımı
iyileşmesi söz konusu. Ancak 2005 sonrası gelir dağılımındaki adaletsizlik
artarak devam ediyor. 2013 yılında en zengin yüzde 20’lik kesim ile en yoksul
yüzde 20’lik kesim arasında sekiz kat fark oluşuyor.
Bu
farkın neyi anlattığı için kıyaslama yapıyorum; 2011 yılı verilerine göre, OECD
ülkeleri arasında ulusal geliri en adaletsiz dağıtan iki ülke var, Şili ve
Türkiye.
Geliri
adaletsiz dağıtırsak ne oluyor?
Her
şeyden önce hissedilen enflasyon farklılaşıyor. Yoksul kesim barınma, eğitim,
ısınma, sağlık gibi yaşamsal gereksinimleri için daha çok para ayırıyor. Zengin
kesim ise, eğlence ve ulaştırma gibi kalemlere para harcayabiliyor.
TÜİK
enflasyon hesaplaması yaparken, yoksul ve orta kesimin tükettiği kalemlerin
ağırlıkta olduğu sepeti esas alıyor. Dolayısıyla yoksul kesim ile zengin
kesimin “hissettiği” enflasyon
birbirinden farklılaşıyor.
Ve
sonuç:
Gelir
dağılımı adaletinin olmadığı toplumda, adalet ve güven duygusu erozyona
uğramaya başlar. Bu da, bireyde kaçınılmaz olarak iktisadi, politik ve sosyal
sisteme olan güvensizlik duygusuna yol açmaktadır.
Yani
umudun azalması ve ortalama mutluluğun azalması.
(Türkiye’de Gelir
ve Varlık Dağılımı Eşitsizliği, Abdülkadir Civan, İstanbul Enstitüsü, İstanbul,
2015)
Gelir
dağılımındaki adalet sorununu ayrı bir yazıda ele almalı.
…..
Az
önce sekiz asker daha yaşamını kaybetmiş.
15
Ağustos’ta not etmişim…
“Ölüm haberleri
aralıksız devam ediyor.
Gelen haberlerdeki
can sayısı artık toplumsal refleksi belirlemeye başladı.
Bir ay önce
“bir-iki” sayısı büyük tepkilere yol açarken, şimdi “üç” sayısına verilen tepki
hissedilir bile değil.
Toplum 90’larda
olduğu gibi toprağa düşen canların sayısındaki artışa alışıyor.”
İnsan
yaşamları artık birer sayıya, istatistiğe dönüşüyor.
#filgunlugu
Bütünü için tıklayınız