20 Ağustos 2015 Perşembe

ortalama mutluluk 19 ağustos’15 #filgunlugu

Mazlumiyet seçimlerde oy getirir mi?
2002’den beri AKP’nin kazandığı her seçim sonrası, seçimi kaybedenlerin öne sürdüğü gerekçelerden biri oldu bu.

1983 seçimleri.
12 Eylül sonrası ilk seçimler.
Seçime hangi partilerin gireceğine beş general karar veriyor.

Önce 12 Eylül yönetiminin Başbakanı, emekli General Bülend Ulusu’ya parti kurdurma denemesi tutmayınca, bir başka General Turgut Sunalp’e parti kurduruyor ihtilâl yönetimi.
“Bir de soldan olsun” deniliyor, Başbakanlık Müsteşarı Necdet Calp’e solda bir parti kurduruluyor.

Kuruluş dilekçesi veren onlarca parti, darbecilerin vetolarıyla seçime sokulmuyorlar. Bu arada Turgut Özal’ın partisi de, arada kaynıyor ve seçime giren üçüncü parti oluyor.

Kamuoyu, medya, dış dünya, herkes darbe yönetiminin, seçimleri Turgut Sunalp’in MDP’sinin kazanmasını istediğini biliyor. Her türlü mekanizma bu partinin seçimi kazanması için çalıştırılıyor.

İşte tam bu noktada, “mazlumiyet” giriyor devreye; “… Özal halk karşısında “mazlum, garip bir parti” rolüne soyunuyordu. “İşte askerî yönetim kendisini değil, Sunalp’i istiyordu”!... Özal bu rolü çok başarılı oynadı.” (Dar Sokakta Siyaset (1980-1983), Yalçın Doğan, Tekin, İstanbul, 1985, 3. Bası, s. 411)

2002-2010 arasındaki seçimlere ilişkin “mazlumiyet” gerekçesini öne sürenler için tarihten bir örnek.
…..

İktidarlarında, ulusal gelir pastasının sürekli olarak büyüdüğü ile övünmek yeterli mi?
Evet, ulusal gelirin büyümesi iyi ama tek başına yeterli değildir. Pastanın büyümesi kadar, pastanın bölüşümünün adaletli olması da, en az ilki kadar önemli.

Büyümenin hızlı ve sürekli olduğu ekonomik iklimde, gelirin paylaşımındaki adalet, itiraz konusu olmuyor, tepki duyulmuyor.
Büyümedeki yavaşlama ile birlikte, ulusal gelirin paylaşımındaki adaletsizlik halk yığınlarının tepkisini çekmeye başlıyor.

Çeşitli veri setlerine göz atıyorum:
Ülkemizin ulusal gelirinin paylaşımında, 2002-2005 yılları arasında gelir dağılımı iyileşmesi söz konusu. Ancak 2005 sonrası gelir dağılımındaki adaletsizlik artarak devam ediyor. 2013 yılında en zengin yüzde 20’lik kesim ile en yoksul yüzde 20’lik kesim arasında sekiz kat fark oluşuyor.
Bu farkın neyi anlattığı için kıyaslama yapıyorum; 2011 yılı verilerine göre, OECD ülkeleri arasında ulusal geliri en adaletsiz dağıtan iki ülke var, Şili ve Türkiye.

Geliri adaletsiz dağıtırsak ne oluyor?
Her şeyden önce hissedilen enflasyon farklılaşıyor. Yoksul kesim barınma, eğitim, ısınma, sağlık gibi yaşamsal gereksinimleri için daha çok para ayırıyor. Zengin kesim ise, eğlence ve ulaştırma gibi kalemlere para harcayabiliyor.

TÜİK enflasyon hesaplaması yaparken, yoksul ve orta kesimin tükettiği kalemlerin ağırlıkta olduğu sepeti esas alıyor. Dolayısıyla yoksul kesim ile zengin kesimin “hissettiği” enflasyon birbirinden farklılaşıyor.

Ve sonuç:
Gelir dağılımı adaletinin olmadığı toplumda, adalet ve güven duygusu erozyona uğramaya başlar. Bu da, bireyde kaçınılmaz olarak iktisadi, politik ve sosyal sisteme olan güvensizlik duygusuna yol açmaktadır.
Yani umudun azalması ve ortalama mutluluğun azalması.
(Türkiye’de Gelir ve Varlık Dağılımı Eşitsizliği, Abdülkadir Civan, İstanbul Enstitüsü, İstanbul, 2015)

Gelir dağılımındaki adalet sorununu ayrı bir yazıda ele almalı.
…..

Az önce sekiz asker daha yaşamını kaybetmiş.

15 Ağustos’ta not etmişim…
“Ölüm haberleri aralıksız devam ediyor.
Gelen haberlerdeki can sayısı artık toplumsal refleksi belirlemeye başladı.
Bir ay önce “bir-iki” sayısı büyük tepkilere yol açarken, şimdi “üç” sayısına verilen tepki hissedilir bile değil.
Toplum 90’larda olduğu gibi toprağa düşen canların sayısındaki artışa alışıyor.”

İnsan yaşamları artık birer sayıya, istatistiğe dönüşüyor.

#filgunlugu
Bütünü için tıklayınız