Mutlaka işin uzmanları ölçmüşlerdir, ya da bu konuda bir araştırma yapılmadı ise, mutlaka tez elden yapılmalı…
Şu “Cumartesi” günü, yarım gün çalışılması işi..
Yarım gün çalışma günü olarak uygulansa; ne kazanırız, maliyeti ne olur?
Bu araştırılmalı, eğer yapılmadıysa…
Benimle yaşıt olanlar, hatta birkaç yaş geriden gelenlerimiz hatırlayacaklardır; Cumartesi günleri yarım gün okula giderdik.
Küçüklüğümün puslu görüntüleri arasında seçiyorum bu eylemi.
Sonra ne oldu ise, hangi gerekçe ile bu uygulama kaldırıldı, hatırlamıyorum. Ancak aklım erdiğinden, geriye doğru anılarımda gidebildiğim en uzak noktaya kadar gittiğimde, Cumartesi gününü tatil olarak biliyorum.
Zaman zaman gazetelerde görürüz; “Türkiye, en çok tatil yapılan ülke” manşetlerini… Önümüzde bir Ramazan Bayramı tatili var. Önünü ardını hafta sonlarına yamayıp, aradaki bir buçuk günlük çalışma zamanını da görmezden geldik mi, alın size dokuz günlük tatil.
Gerçekten de yılın üçte birlik bölümünü neredeyse tatille geçiriyoruz.
Peki, Türkiye olarak bizlerin böyle bir lüksü var mı?
Hazır 2008 yılının son çeyreğinde iyice düşen büyüme rakamlarının gölgesinde, yaklaşan dokuz günlük Ramazan Bayramı arifesinde, bu konuyu tartışmanın tam da sırası geldi düşüncesindeyim.
Haftalık beş günlük çalışma zamanının bir kısmını da resmi tatillere, önü-arkası hafta sonlarına bağlanıp uzatılıveren bayramlara kaptıran bir ülkenin ekonomisi ve gelişmesi için iyi beklentilere sahip olmak pek mümkün görünmüyor.
Adliyelerde dağ gibi yığılan ve beş-altı ay sonrasına duruşma günü verilen dosyalar, ameliyat için aylarca beklemek zorunda olan hastalar… Bu listeyi uzatmanız, kamu hizmeti verilen her birimde bu sıkışıklığı, sıra beklemeyi teneffüs etmeniz mümkün.
Özel sektöre gelince, iş yasalarının getirdiği sınırlamalar doğrultusunda vardiya, fazla mesai vb. çeşitli çözümlerle “Cumartesi” açığını bir şekilde kapatıyor. Ama bu sefer de, Cumartesi tüm finans sisteminin tatilde olması nedeniyle kapatılmaya çalışılan üretim açığının ancak bir kısmı ile yetinmek zorunda kalınıyor.
Öte yandan şu “Cumartesi” meselesinde karşımıza çıkan yeni bir olgu da, küresel ısınma… Küresel ısınma nedeniyle “mevsim normalleri” denilen seviyenin yukarıya doğru gittiği, mevsimlerin kaydığı, hatta bahar mevsiminin neredeyse ortadan kalkmakta olduğu bir gerçek. Yılın büyük bölümü, çok sıcak ve nemli günlerden oluşuyor artık.
Hava sıcaklığının ve yüksek nemin verimliliği düşürdüğü bilimsel bir saptama. Bu durumda klasik olarak yıllardan beri uygulandığı şekilde Eylül’de başlayıp Haziran sonunda biten öğretim yılı meselesinde, küresel ısınma nedeniyle yeni bir durum ile karşı karşıya geliniyor. Pratikte Kasım başına kadar bir türlü tam anlamıyla başlayamayan eğitim yılı, neredeyse Mayıs ortasında tatile giriveren okullar.
Eğitim-öğretim faaliyetinin verimli ve çocuk ve gençlerimizi yarınlara hazırlayıcı nitelikte olması için belirli bir sürenin okulda eğitimle geçirilmesi gerekiyorsa ve ne yazık ki iklim koşulları nedeniyle bu sürenin başında ve sonunda verimsizliğe mahkûm olunuyorsa, çözümü bir de “Cumartesi”de aramalıyız sanki.
Kasım’da başlayıp Nisan sonunda bitecek ve verimliliği arttırılmış bir öğretim yılı için Cumartesileri de işin içine kattık mı, acaba kayıpta mı olacağız, kazançta mı?
Şu kayıp-kazanç sorusunu, bir de yazının başında sorduğumuz gerekçe ile yineleyelim; “Cumartesi günü yarım gün çalışma zamanı olarak uygulansa, Türkiye bundan kazançlı mı çıkar, yoksa atılan taş ürkütülen kurbağaya değmez mi?
Şu “Cumartesi” günü, yarım gün çalışılması işi..
Yarım gün çalışma günü olarak uygulansa; ne kazanırız, maliyeti ne olur?
Bu araştırılmalı, eğer yapılmadıysa…
Benimle yaşıt olanlar, hatta birkaç yaş geriden gelenlerimiz hatırlayacaklardır; Cumartesi günleri yarım gün okula giderdik.
Küçüklüğümün puslu görüntüleri arasında seçiyorum bu eylemi.
Sonra ne oldu ise, hangi gerekçe ile bu uygulama kaldırıldı, hatırlamıyorum. Ancak aklım erdiğinden, geriye doğru anılarımda gidebildiğim en uzak noktaya kadar gittiğimde, Cumartesi gününü tatil olarak biliyorum.
Zaman zaman gazetelerde görürüz; “Türkiye, en çok tatil yapılan ülke” manşetlerini… Önümüzde bir Ramazan Bayramı tatili var. Önünü ardını hafta sonlarına yamayıp, aradaki bir buçuk günlük çalışma zamanını da görmezden geldik mi, alın size dokuz günlük tatil.
Gerçekten de yılın üçte birlik bölümünü neredeyse tatille geçiriyoruz.
Peki, Türkiye olarak bizlerin böyle bir lüksü var mı?
Hazır 2008 yılının son çeyreğinde iyice düşen büyüme rakamlarının gölgesinde, yaklaşan dokuz günlük Ramazan Bayramı arifesinde, bu konuyu tartışmanın tam da sırası geldi düşüncesindeyim.
Haftalık beş günlük çalışma zamanının bir kısmını da resmi tatillere, önü-arkası hafta sonlarına bağlanıp uzatılıveren bayramlara kaptıran bir ülkenin ekonomisi ve gelişmesi için iyi beklentilere sahip olmak pek mümkün görünmüyor.
Adliyelerde dağ gibi yığılan ve beş-altı ay sonrasına duruşma günü verilen dosyalar, ameliyat için aylarca beklemek zorunda olan hastalar… Bu listeyi uzatmanız, kamu hizmeti verilen her birimde bu sıkışıklığı, sıra beklemeyi teneffüs etmeniz mümkün.
Özel sektöre gelince, iş yasalarının getirdiği sınırlamalar doğrultusunda vardiya, fazla mesai vb. çeşitli çözümlerle “Cumartesi” açığını bir şekilde kapatıyor. Ama bu sefer de, Cumartesi tüm finans sisteminin tatilde olması nedeniyle kapatılmaya çalışılan üretim açığının ancak bir kısmı ile yetinmek zorunda kalınıyor.
Öte yandan şu “Cumartesi” meselesinde karşımıza çıkan yeni bir olgu da, küresel ısınma… Küresel ısınma nedeniyle “mevsim normalleri” denilen seviyenin yukarıya doğru gittiği, mevsimlerin kaydığı, hatta bahar mevsiminin neredeyse ortadan kalkmakta olduğu bir gerçek. Yılın büyük bölümü, çok sıcak ve nemli günlerden oluşuyor artık.
Hava sıcaklığının ve yüksek nemin verimliliği düşürdüğü bilimsel bir saptama. Bu durumda klasik olarak yıllardan beri uygulandığı şekilde Eylül’de başlayıp Haziran sonunda biten öğretim yılı meselesinde, küresel ısınma nedeniyle yeni bir durum ile karşı karşıya geliniyor. Pratikte Kasım başına kadar bir türlü tam anlamıyla başlayamayan eğitim yılı, neredeyse Mayıs ortasında tatile giriveren okullar.
Eğitim-öğretim faaliyetinin verimli ve çocuk ve gençlerimizi yarınlara hazırlayıcı nitelikte olması için belirli bir sürenin okulda eğitimle geçirilmesi gerekiyorsa ve ne yazık ki iklim koşulları nedeniyle bu sürenin başında ve sonunda verimsizliğe mahkûm olunuyorsa, çözümü bir de “Cumartesi”de aramalıyız sanki.
Kasım’da başlayıp Nisan sonunda bitecek ve verimliliği arttırılmış bir öğretim yılı için Cumartesileri de işin içine kattık mı, acaba kayıpta mı olacağız, kazançta mı?
Şu kayıp-kazanç sorusunu, bir de yazının başında sorduğumuz gerekçe ile yineleyelim; “Cumartesi günü yarım gün çalışma zamanı olarak uygulansa, Türkiye bundan kazançlı mı çıkar, yoksa atılan taş ürkütülen kurbağaya değmez mi?