24 Aralık 2009 Perşembe

"Halkın Ekonomisi"nde, Final Haftası


51 hafta, TRT 1 Radyosunda, her Cuma "halkın ekonomisi" konuşuldu.

Zehra Karabel, Hilal Ertan ve Gülay Oktar'ın hazırladığı, Tülin Öztürk Ekici'nin sunduğu "Yaşarken" programının danışmanı Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz; kapıdan satışlardan, kredi kart borçlarına; enerji tasarrufundan, trafik kazazedesinin haklarına; hasta haklarından, güvenli gıda tüketimine; paket tur sözleşmelerinden, engelli tüketici haklarına; bilgi edinme hakkından, evrensel tüketici haklarına 51 değişik konu ile halkın ekonomisini anlattı.

Ve şimdi, halkın ekonomisinde final haftası...
Halkın ekonomisi için bir yıl önce başlayan yolculuk, 52. program ile sona eriyor.

TRT 1 Radyo
26.12.2009, 13:15
Yaşarken




14 Aralık 2009 Pazartesi

"Yasalar Yeterli, Kullanacak Tüketici Aranıyor..."


Cine 5’te her sabah, usta gazeteci Murat Erdin ve Pınar Canıyılmaz’ın sunumuyla ekrana gelen “Farklı Bir Gün”ün 10 Aralık 2009 tarihindeki konuğu, Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz oldu.

Kredi kartlarından, metrobüs zammına halkın ekonomisinin masaya yatırıldığı programda mevcut yasaları değerlendiren Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz; “yasalar yeterli, ancak bu yasaları kullanarak hakkını arayacak tüketiciye ihtiyaç var” dedi.

Tüketicilerin kendilerine sunulan tüm mal ve hizmetlere ilişkin gerekli sorgulamayı yapmalarının gerekliliğine işaret eden Deniz, ekonominin kralı olan tüketicinin, tüm ve mal hizmetler için maksimum kalite ve özeni talep etmesinin en doğal hakkı olduğunu belirtti

6 Aralık 2009 Pazar

(G) arip (D) üzenin (O) yunları


Birleşmiş Milletler Gıda Güvenliği Zirvesi, geçtiğimiz günlerde Roma’da toplandı.
Bir milyar insanın açlıkla boğuştuğu, daha fazlasının kaliteli ve yeterli gıda ve suya ulaşmasında çetin engellerin bulunduğu, her şeyden önce Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı (GDO) ürünlerin ülkemizde ve dünyada yoğun tartışıldığı dönemde toplanan bu zirveye umutla bakan insanlık, ne yazık ki büyük hayal kırıklığına uğradı.
G8 ülkelerinin dahi ilgi göstermediği bu zirvede, insanlığın içinde bulunduğu açlık ve kıtlığın “güvenli” şekilde giderilmesine ilişkin çözüm arayışlarının, söz söylemekten öteye gitmediği ortaya çıktı.

Sorun, Çözüm ve Tehlike
Şunu tespit olarak bir kenara yazmak gerek; dünyada açlık var!
Gezegende yaşayan herkes, yeterli, kaliteli ve güvenli gıdaya ulaşamıyor ve bir milyar insan açlık nedeniyle yaşamını yitime riski taşıyor.

Sorunun tespiti, çözüm arayışlarını da beraberinde getiriyor.
Ne yapmalı?
Bu sorunun yanıtını vermek için ilk ortaya çıkanlar gıda üreticileri.
İlk ve en belirgin çözümü onlar ortaya koyuyor ve “gıda üretimini arttırmak” kabilinden hepimizin onaylayacağı fikri seslendirerek geliştirdikleri yeni üretim teknolojilerini insanlığın hizmetine (!) sunuyorlar.

İşte bu noktada, çetrefilli bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Gıda üreticilerinin açlığın çözümü olarak ortaya koydukları bu yöntemin, yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı (GDO) gıdaların insanlığın sağlığı ve geleceği konusunda derin tereddüt ve endişeler var.

GDO, İnsanlığa Saldırı mı?
Önce, nedir bu GDO’lu gıda?
Canlı bir organizmanın (domates, tavuk, mısır, hatta insan…) gen yapısındaki dizilime müdahale ederek, bu dizilimi değiştirmek veya bu canlıya yapısında olmayan (ve belki de olmaması gereken) bir geni eklemek şeklindeki müdahale olarak anlamalıyız bu işi…

Tanımı okurken, ürperdiniz mi?
Biz yazarken ürperdik. Çünkü binlerce yıldır İlâhi iradenin vücuda getirdiği mucizevî sisteme, bu şekilde müdahale etmenin elbette bir sonucu olmak gerekir.
Henüz bilimsel kesinlik taşımamakla birlikte GDO’lu gıdaların kısırlığa yol açtığı, canlının bağışıklık sistemini zayıflatarak, başta kanser olmak üzere her türlü hastalığa kapının açıldığı, mutant doğumlara yol açtığı dile getirilen endişelerin başında geliyor.

Bu sözlerimizin başında kullandığımız, “henüz bilimsel kesinlik taşımamakla birlikte” ibarelerini okuyup da, lütfen eleştiri oklarınızı hemencecik yöneltmeyin, ya da “iyi ya, daha bilimsel kesinlik yokmuş” deyip rehavete kapılmayınız.

Kanıt Yükü Kimde?
Söz konusu olan insan yaşamı olduğunda, bilimsel kesinlik yerine, tereddüt, endişe ve soru işaretlerinin önemsenmesi ve aksi kanıtlanıncaya kadar da tereddüt edilenden uzak durulması gerekiyor.
Yani dememiz o ki, GDO’lu gıdaların canlı yaşamı ve geleceği için tehlikeli olmadığının bilimsel kesinlikle ortaya konacağı ana dek, GDO’lu gıdaların zararlı olduğunu varsaymamız gerekiyor.

GDO lobisinin bu noktada, “GDO’nun zararlı olduğunu kanıtlayın” yaklaşımını tebessümle karşılamalı ve zararlı olduğunun değil, zararsız olduğunun kanıtlanmasının öncelikli ve akla uygun olduğunu hatırla(t)mak gerekiyor.

Bir Yönetmelik Yaptık ki…
Ülkemizdeki tartışma ve gelişmeler ise, evlere şenlik…
Önceki mevzuat gereği, ülkemize GDO’lu ürünlerin ithalinin yasak olduğu dönemde, “ey yetkililer; yasak diyorsunuz ama, ithal edilen ürünün GDO’lu olup olmadığını anlayacak teknolojik yeterlilikte laboratuarınız gümrük kapılarınızda var mı?” diye sorar, ama bir türlü bu sorumuza tatmin edici cevap alamazdık.

Anlaşılan yetkililer; “madem ithal edilen ürünü, gümrük kapısında analiz edecek laboratuarımız yok, bunu serbest bırakalım, beyana tabi tutalım, bu sorundan da kurtulalım” diye düşünüp 26 Ekim 2009 tarihinde, Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmeliği’ni yürürlüğe koydular.

Kamuoyu Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı hazırlıklarının bitirilip TBMM.ne sunulmasını beklerken, bu sürpriz yönetmelik üzerine, tüm çevrelerden yoğun tepkiler geldi.
Bizim de katıldığımız ve dile getirdiğimiz en önemli tepki, GDO’lu ürünün etiketinde bu özelliğin belirtilmesinin zorunlu tutulmamış olmasına yönelikti.

2 Geri, 1 İleri
Gerek 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun ve gerekse bu yasaya bağlı olarak çıkarılmış Etiket, Tarife ve Fiyat Yönetmeliği gereği, tüketicinin satın alacağı ürün hakkında yeterli ve gerekli bilgiye ulaşmasının yolu, ürünün etiketinden geçiyor.
GDO yönetmeliği ise, yıllardır var olan bu düzenlemeleri hiçe sayıyordu.
Neyse ki, bu konudaki yanlıştan 20 Kasım 2009 tarihinde dönüldü ve yönetmelikte değişiklik yapılarak, “GDO’lu yemlerin etiketlenmesi” zorunlu hale getirildi.

Bu yanlıştan dönülmüş olmasına rağmen, GDO’lu ürünlerin ithalatını serbest bırakan bu yönetmelik üzerine tartışmalar, uzun süre devam edeceğe benziyor.

Sorun, Âdil Paylaşım Sorunudur
Olanı-biteni anlattık.
Ama hala başta sorduğumuz soruya cevap vermedik.
İnsanlık açlıkla boğuşurken, ne yapmalıyız?
Sorunun cevabı açık…
Şairin dediği gibi; “Allah’ın on pulunu bekleyen on kul hedefi için, bir kişiye tam dokuz pul verip dokuz kişiye bir pulu taksim eden” (G)arip (D)üzenin (O)yununu bozmak gerekiyor.


(Makale, Bizim Market Dergisi'nin 2009/Aralık sayısında yayınlanmıştır.)

22 Kasım 2009 Pazar

"Âlemin Kralı Dolar'dan, Bancor'a..."



Geçtiğimiz günleri IMF İstanbul Toplantıları ile geçirirken, önceleri kısık sesle dile getirilen bir konu, hep bir ağızdan söylenmeye başlandı.
Efendim konu şu: âlemin kralı dolar’ın rezerv para statüsü artık kalkmalı!

Süreç İran’ın 12 Eylül’de 96.5 milyar dolarlık döviz rezervini Euro’ya çevirme kararı almasıyla başladı. Bu kararın uygulanmasıyla birlikte dolar, euro karşısında ilk etapta yüzde 1’den fazla değer kaybetti. Düşüş halen devam ediyor.
Ardından Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den gelen açıklamalarda, dolar’ın rezerv para olmaktan çıkarılması, rezerv para için başka bir belirlemenin yapılması gerektiği dile getirildi.
Tabi bu kervana müzmin ABD karşıtı Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in katılmaması mümkün değildi. Chavez, İran’ı ziyaretinde yaptığı açıklamada; “sadece dolar değil, ABD de son günlerini yaşıyor” deyiverdi.

Rezerv Para Ne Ola ki?
Paranın değeri, herhangi bir mal ve hizmet gibi piyasada alıcı ve satıcının tercihiyle belirleniyor. Para’nın değerinin belirlenmesinin, diğer mal ve hizmetlerden farkı, milyonlarca alıcı ve satıcının belirleme noktasında bulunması ve bir ülke parasına olan talebin, o ülkenin iç ve dış politikalarına olan güveni belirlemesidir.
Ama nihayetinde küresel ticarette stratejik önemdeki petrol, altın, bakır, kahve, enerji gibi malların fiyatlandırılmasında kullanılan para birimi, rezerv para statüsündedir.

Geçtiğimiz yüzyılda ABD doları rezerv para statüsü elde etti. ABD nin süper güç olması, askeri alandaki etkinliği, ulusal para biriminin de küresel ekonominin temel parametresi olmasını sağlamış bulunuyor.

Son küresel ekonomik kriz sürecinde, ABD krizden çıkış için “güçsüz dolar” kartını masaya koydu. Güçsüz dolar politikası, dünyadaki 8.5 trilyon dolarlık rezervi elinde bulunduran ülkeler için şu anlama geliyor; rezervlerdeki dolar cinsi tüm kıymetlerin değeri düşüyor!..
Düşünün lütfen; siz bir devletsiniz (varsayalım ki Çin), Merkez Bankanızdaki tüm kıymetler rezerv para olan dolar cinsinden ve bu kıymetlerin değeri 2 trilyon dolar iken, ABD nin güçsüz dolar politikası nedeniyle elinizdeki rezervin değeri aşağı doğru iniyor. Yani alım gücünüz düşüyor ve artık küresel ticarette kullandığınız bu para ile eskisine göre daha az mal ve hizmet satın alabiliyorsunuz.
Çin, Rusya, Hindistan gibi devlerin yanında OPEC ülkelerinin de, sattıkları petrolü dolar cinsinden satmaları nedeniyle “güçsüz dolar” politikasından etkilenmemeleri mümkün değil.

ABD kriz sürecinde bir yandan FED eliyle faizleri düşürürken, diğer yandan dolar basmaya başladı ve böylece bir taşla iki-üç kuşun canına okundu: Ülkenin astronomik dış ticaret açığı bu şekilde otomatik olarak kapandı, ABD nin dışarıya olan borçları sulandırıldı, diğer yandan düşen dolar karşısında ulusal paraları değerlenen diğer ülkeler para basmaya itildi ve o ülkelerde enflasyon harekete geçti,
Nitekim dünyanın en çok dolar rezervine sahip Çin’de son dönemde görülen enflasyon artışının temel nedeni bu.

Bretton Woods Hikâyeleri ve Keynes’in Bancor’u
Şimdi biraz geriye gidelim; 1944 Temmuz’unda, ABD deki Bretton Woods kasabası tarihi bir toplantıya evsahipliği yaptı. 44 ülkenin temsilcileri orada toplandılar ve son bir yıldır canımıza okuyan küresel ekonominin mimarisini oluşturdular.

Kasabanın ilk hikâyesi, bu toplantılardan sonra IMF ve Dünya Bankası’nın ortaya çıkmış olması.
Sonraki hikâyelere aslında gerek yok; kapitalizm, yayılmacılık, şairin betimlemesiyle, “bir kişiye dokuz pul, dokuz kişiye bir pul”, küresel ısınma, açlık…

İşte Bretton Woods’da dünyanın ekonomik geleceğinin mimarisi tasarlanırken, ünlü iktisatçı John M. Keynes, dünyanın tek para birimine geçmesini, Bancor adını verdiği, içinde altının da bulunduğu otuz temel emtianın fiyat ortalamasına göre değeri belirlenecek bir para biriminin kullanılmasını ve IMF nin de “Dünya Merkez Bankası” gibi çalışmasını önerdi.

Keynes’in bu önerileri o günden beri sürekli tartışılıyor aslında.
Gündeme sert bir şekilde gelen “doların rezerv para statüsü”ne ilişkin son tartışma ile Keynes’in parası, yeniden tartışmaların odağı oldu.

Aslında IMF nin parası, “özel çekme hakkı” anlamına gelen SDR, bir anlamda muhasebe amaçlı da olsa, ortak para birimi gibi algılanıyor. Ancak küresel ekonominin “rezerv para” kaygısı, SDR ile giderilecek gibi değil.

Bir yandan Çin, ulusal parası Yuan’ın rezerv para olması için bastırırken, küresel ekonominin dizginlerinin Çin’in eline geçmesinden korkan diğer ülkeler de, -memnun olmasalar da- şimdilik dolar’a razı gelmiş görünüyorlar.

Ama bu durum sürgit böyle gitmeyecektir.
Bir süre sonra dünya, dolar temelli küresel ekonomiyi terk edecek.
Bu radikal dönüşüm tezimiz, “bir yıldır yaşanan küresel ekonomik krizin, insanlık için önemli dönüm noktalarından biri olduğu ve süreçle birlikte yeni dünya düzeninin oluşturulacağı” ana tezimizin doğal sonucudur.




(Makale, Bizim Market Dergisi'nin 2009/Kasım sayısında yayınlanmıştır.)

17 Kasım 2009 Salı

"Kredi Kartı Borcundaki Artış, Toplumsal Felaketin Habercisi"

Tüketici Hakları Uzmanı Bülent Deniz, kredi kart borcundaki artışa ilişkin, gerekli yapısal önlemler alınmaması ve özellikle tüketicinin kredi borçlarının oluşturduğu sarmaldan kurtarılmaması halinde, mevcut tablonun toplumsal felâketin yakın olduğunu ortaya koyduğunu söyledi. Deniz, "Türkiye, kredi kartlarına teslim oluyor." dedi.

Deniz, yatığı yazılı açıklamada, eylül sonu itibariyle kredi kart borcunu ödemeyenlerin sayısında rekor artış gerçekleştiğini söyledi. Deniz'in verdiği bilgiye göre, sadece Eylül ayında 103 bin 94 kişi kredi kart borcunu ödeyemedi. Bu yılın ilk dokuz ayı sonunda, kredi kart borcunu ödeyemeyenlerin sayısı ise, 722 bin 473 oldu. Bir tüketicinin ortalama olarak iki kredi kartı kullandığı düşünüldüğünde, bu yılın ilk dokuz ayında ödeme yapılmayan kart sayısı 1 milyon 450 bin'e ulaştı. Kredi kartları yanında ferdi kredi kullanan 435 bin 75 tüketici de, borcunu ödeyemedi. Ekim ayı itibariyle Türk halkının bankalara olan kredi kartı ve ferdi kredi borç stoku 120 milyar 2 milyon TL oldu.

"Türkiye'nin 2010 yılı bütçesi büyüklüğünün 287 milyar TL. olduğu hatırlandığında, hane halkı 2010 yılı bütçesinin yarısı miktarında borçlu bulunmaktadır" diyen Bülent Deniz, geçtiğimiz yıl Eylül ayında başlayan küresel ekonomik krizin, hane halkını yüksek borç stoku ile yakaladığını ifade etti. Geçen bir yıllık dönemde de, hane halkının borç stokunun artmaya devam ettiğini, ödememe durumunun da rekor seviyelere ulaştığını kaydetti.

Bu süreçte kredi kart borçlarının yapılandırılarak ödenmesi ve tasfiyesi amacıyla çıkarılan 5915 sayılı yasanın da kamuoyunun beklentilerini karşılamadığını savunan Bülent Deniz, kapsamı dar tutulan yasadan yararlanarak kredi kart borcunu yapılandıran tüketici sayısının, beklenenin oldukça altında kaldığını aktardı. Reel ekonominin canlanması için başlatılan "al-ver, ekonomiye can ver" kampanyasını da, bu borç tablosu içinde başarılamayacak bir kampanya olarak tarihteki yerini aldığını ifade eden Deniz, borcunu ödeyemeyen, ödemekte zorluk çeken tüketicinin ekonomiden, alışverişten çekilmesi ile yaşanmakta olan krizin derinleşerek, ekonominin bütününü etkilediğini söyledi. Deniz, "öte yandan toplu ulaşım, enerji ve benzeri kamusal hizmetlere yapılan ve yapılması düşünülen zamlar, dolaylı vergilerdeki artışlar, tüketici için kara kışın habercisi niteliğindedir" diye konuştu.

Gerekli yapısal önlemler alınmaması ve özellikle tüketicinin kredi borçlarının oluşturduğu sarmaldan kurtarılmaması halinde, mevcut tablonun toplumsal felâketin yakın olduğunu ortaya koyduğunu belirten Bülent Deniz, "Bu sürecin sonu, ülkenin kredi kartına teslim olması demektir." dedi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=916101&title=kredi-karti-borcundaki-artis-toplumsal-felaketin-habercisi

15 Kasım 2009 Pazar

"Kredi Kartına Teslim Olmak..."

Kredi kart borcundaki rekor artışı değerlendiren Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz; “Türkiye, kredi kartlarına teslim oluyor” dedi.
Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır:

2009/Eylül sonu itibariyle kredi kart borcunu ödemeyenlerin sayısında rekor artış gerçekleşmiştir.

Sadece Eylül ayında 103.094 kişi kredi kart borcunu ödeyememiş, bu yılın ilk dokuz ayı sonunda, kredi kart borcunu ödeyemeyenlerin sayısı 722.473 olmuştur.

Bir tüketicinin ortalama olarak iki kredi kartı kullandığı düşünüldüğünde, bu yılın ilk dokuz ayında ödeme yapılmayan kart sayısı 1.450.000’e ulaşmış bulunmaktadır.

Kredi kartları yanında ferdi kredi kullanan 435.075 tüketici de, borcunu ödeyememiştir. 2009/Ekim ayı itibariyle Türk halkının bankalara olan kredi kartı ve ferdi kredi borç stoku 120.2 milyar TL. olmuştur.

Türkiye’nin 2010 yılı bütçesi büyüklüğünün 287 milyar TL. olduğu hatırlandığında, hane halkı 2010 yılı bütçesinin yarısı miktarında borçlu bulunmaktadır.

Geçtiğimiz yıl Eylül ayında başlayan küresel ekonomik kriz, hane halkını yüksek borç stoku ile yakalamıştır. Geçen bir yıllık dönemde de, hane halkının borç stoku artmaya devam etmiş, ödememe durumu da rekor seviyelere ulaşmıştır.

Bu süreçte kredi kart borçlarının yapılandırılarak ödenmesi ve tasfiyesi amacıyla çıkarılan 5915 sayılı yasa da, kamuoyunun beklentilerini karşılamamış, kapsamı dar tutulan yasadan yararlanarak kredi kart borcunu yapılandıran tüketici sayısı, beklenenin oldukça altında kalmıştır.

Hane halkının borç stokunu ödeyememesi; yüzbinlerce evde, milyonlarca insanımızın ruh sağlığını, aile düzenini olumsuz etkilemekte, borç sarmalından kaynaklanan olumsuzluğun etkisi ile artan boşanmaların yanında intiharlarda artış gözlemlenmektedir.

Reel ekonominin canlanması için başlatılan “al-ver, ekonomiye can ver” kampanyası da, bu borç tablosu içinde başarılamayacak bir kampanya olarak tarihteki yerini almakta; borcunu ödeyemeyen, ödemekte zorluk çeken tüketicinin ekonomiden, alışverişten çekilmesi ile yaşanmakta olan kriz derinleşerek, ekonominin bütününü etkilemektedir.

Öte yandan toplu ulaşım, enerji ve benzeri kamusal hizmetlere yapılan ve yapılması düşünülen zamlar, dolaylı vergilerdeki artışlar, tüketici için kara kışın habercisi niteliğindedir.

Gerekli yapısal önlemler alınmaması ve özellikle tüketicinin kredi borçlarının oluşturduğu sarmaldan kurtarılmaması halinde, mevcut tablo toplumsal felâketin yakın olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu sürecin sonu, ülkenin kredi kartına teslim olması demektir.


Av. M. Bülent Deniz
Tüketici Hakları Uzmanı

10 Kasım 2009 Salı

100 binlerce Cep Telefonu Kapanabilir

Tüketici Hakları Uzmanı Avukat Bülent Deniz, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTİK) ve üç GSM işletmecisinin tüketicileri zamanında ve yeterince bilgilendirmemesi nedeniyle 10 Kasım’dan sonra yüzbinlerce cep telefonunu kapanma olasılığıyla karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu.

5809 Sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun Geçici 5’inci maddesini değerlendiren Tüketici Hakları Uzmanı Avukat Bülent Deniz, yasa ile öngörülen sürecin 10 Kasım’da sona ermesiyle birlikte yüzlerce cep telefonunun kapanma olasılığıyla karşı karşıya kalacağını açıkladı.

Geçen yıl 10 Kasım’da yürürlüğe giren 5809 sayılı Elektirk Haberleşme kanunun geçici 5’inci maddesinin GSM mobil telefon hizmeti sunan işletmecilerin nezdinde tutulan abonelik kayıtlarının tam, doğru ve güncel bilgilerden oluşmasını teminen güncellenmesini öngördüğünü anımsatan Deniz, bu çerçevede BTİK’ten yapılan açıklamaya göre 10 Kasım’a kadar GSM işletmecileri nezdindeki abonelik kayıtlarındaki eksiklikleri gidermeyen tüketicilerin hatlarının, bir hafta süresince sadece gelen aramalara açık tutulacağını vurguladı. Deniz, eksikliklerin giderilmemesi halinde hatların 17 Kasım itibariyle tamamen kapatılacağına dikkat çekerek, "Kanunu bilmemek mazeret olamaz kuralı gereğince GSM hizmeti alan tüketicilerin söz konusu düzenlemeden haberdar olduğu varsayılıyor. Ancak yasanın yürürlüğe girdiği bir yıl öncesinden bugüne gerek BTİK, gerekse üç GSM işletmecisi tarafından kamuoyunun yeterince bilgilendirilmediği gözlemlenmektedir" dedi.

-"BTİK VE ÜÇ GSM İŞLETMECİSİNİN SİTELERİNDE YETERİNCE YER ALMADI"-
BTİK ve her üç GSM operatörüne ait internet sitelerinde yapılan araştırmada, söz konusu yasal düzenleme ve düzenleme kapsamındaki tüketicilerin yapmaları gereken işlemlere ilişkin duyurulara, ana sayfalarda veya ziyaretçilerin kolaylıkla görebilecekleri konumlarda rastlanmadığına işaret eden Deniz, gerekli ve yeterli bilgilendirme yapılmadığı için yüz binlerce tüketicinin hatları kapatılacağı için mağdur olacağını vurguladı.

Yasanın getirdiği ücretsiz devir işlemleri için son tarihin 10 Kasım olduğuna değinen Avukat Deniz açıklamasında şu noktalara dikkat çekti: "Tüketicinin kullanmakta olduğu hat ile ilgili GSM işletmecisine kimliklerini kanıtlayıcı belge ve kullanmakta oldukları hat ile birlikte başvurmaları halinde, devir işlemleri ücretsiz olarak gerçekleştirilecektir. Yasa tarafından öngörülen sürenin bitimine çok az zaman kalması ve tüketicilerin yeterince bilgilendirilmemiş olması nedeniyle yasada öngörülen sürenin uzatılması, kamuoyuna yeterli şekilde duyurulması ve böylelikle yüz binlerce tüketicinin mağdur olmasının önüne geçilmesi sağlanmalıdır."

http://www.milliyet.com.tr/Ekonomi/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&KategoriID=11&ArticleID=1159918&Date=10.11.2009&b=100

9 Kasım 2009 Pazartesi

""17 Kasım'da, Yüzbinlerce Cep Telefonu Kapanacak"


5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunun Geçici 5. maddesini değerlendiren Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz; “yasa ile öngörülen sürenin, 10 Kasım 2009’da sona ermesiyle birlikte yüzbinlerce cep telefonu kapanma olasılığı ile karşı karşıyadır” dedi.

Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz konuyla ilgili şu açıkla-mayı yapmıştır:

10 Kasım 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunun Geçici 5. maddesi;

“GSM mobil telefon hizmeti sunan işletmeciler nezdinde tutulan abonelik kayıtlarının tam, doğru ve güncel bilgilerden oluşmasını teminen, tüm abonelik kayıtları bu Kanunun yayımından itibaren bir yıl içinde güncellenir. Bu kapsamda ilgili işletmeciler nezdindeki bilgi ve belgelerinde eksiklik ve yanlışlıkları bulunan tüm aboneler, bu süre içerisinde kimliklerini is-patlayıcı belgelerle birlikte ilgili işletmeciye başvururlar. Başvuru esnasında abonelerden kimliklerini ispata yarar belgelerin birer örneği ile birlikte bireysel abonelerden Türkiye Cumhuriyeti kimlik numaraları, kurumsal abonelerden ise vergi numaraları alınır. Bu madde kapsamında bilgileri güncellenemeyen hatların elektronik haberleşme şebekesi ile bağlantısı kesilir” hükmünü getirmektedir.

Yasanın bu maddesinin uygulanması ile ilgili olarak Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTİK) tarafından çıkarılan 14.10.2009 tarihli Abonelik Kayıtlarının Güncellenmesi ve Son Kullanıcıların Aboneliğinin Gerçekleştirilmesi İşlemlerine İlişkin Usul ve Esaslar gereğince; 10 Kasım 2009 tarihine kadar GSM işletmecileri nezdindeki abonelik kayıtlarındaki eksiklikleri gidermeyen, güncellemeyen, adına kayıtlı olmayan GSM hattını kullanıp da, gerekli devir işlemlerini yapmayan tüketicilerin hatları, 10 Kasım 2009 tarihinden itibaren sadece gelen aramalara açık tutulacak, nihayetinde 17 Kasım 2009 tarihinde görüşmeye kapatılacaktır.

Hukukun temel ilkesi olan“kanunu bilmemek mazeret olmaz” kuralı gere-ğince GSM hizmeti alan tüketicilerin, yukarıda sözü edilen yasal düzenlemeden haberdar olduğu varsayılmalıdır.

Ancak yasanın yürürlüğe girdiği bir yıl öncesinden bu güne, gerek Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTİK) ve gerekse her üç GSM işletmecisi tarafından kamuoyunun yeterince bilgilendirilmediği gözlemlenmektedir.

BTİK ve her üç GSM işletmecisine ait internet sitelerinde yapılan araştırmada, söz konusu yasal düzenleme ve düzenleme kapsamındaki tüketicilerin yapmaları gereken işlemlere ilişkin duyurulara, ana sayfalarda veya ziyaretçilerin kolaylıkla görebilecekleri konumlarda rastlanmamaktadır.

Yine her türlü yeni ürün ve tarifeyi kamuoyuna duyurmak için büyük reklâm ve duyuru kampanyaları düzenleyen GSM firmaları, bir yıllık süre içinde bu konuda kamuoyunu bilgilendirici, uyarıcı çalışmaları gerçekleştirmemişlerdir.

Kamuoyunun ve özellikle yasal düzenleme kapsamındaki tüketicilerin yeterince bilgilendirilmemiş olmaları nedeniyle özellikle başkasına ait GSM hattını kullanan tüketicilerin gerekli devir işlemlerini yapmamaları, hatlarının kapanması sonucunu doğuracak ve yüzbinlerce tüketici mağdur olacaktır.

Yasanın getirdiği ücretsiz devir işlemleri için son tarih 10 Kasım 2009 olup, tüketicinin kullanmakta olduğu hat ile ilgili GSM işletmecisine kimliklerini kanıtlayıcı belge ve kullanmakta oldukları hat ile birlikte başvurmaları halinde, devir işlemleri ücretsiz olarak gerçekleştirilecektir.

Ancak yasa tarafından öngörülen sürenin bitimine çok az bir zaman kalmış olması ve kamuoyunun yeterince bilgilendirilmemiş olması nedeniyle ve tüketicilerin yaşanması muhtemel yoğunluktan olumsuz etkilenmemeleri amacıyla yasada öngörülen sürenin uzatılması, kamuoyuna yeterli şekilde duyurulması ve böylelikle yüzbinlerce tüketicinin mağdur olmasının önüne geçilmesi sağlanmalıdır.

Av. M. Bülent Deniz
Tüketici Hakları Uzmanı

5 Kasım 2009 Perşembe

"Doğalgaza Fahiş Zam, Ekonomiye Darbe Vurur"


BOTAŞ'ın döviz ve ham petrol fiyatları tahminleri doğrultusunda gelecek yıl şubat ayında doğalgaza yüzde 50 ile 70 oranında zam yapmaya hazırlanması tüketici ve sanayiciler tarafından tepkiyle karşılandı.

Ekonomideki durgunluk ve krizin devam ettiğine işaret eden Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK) Başkanı Bendevi Palandöken, yeni yılda doğalgaz fiyatlarına kesinlikle zam yapılmaması gerektiğini kaydetti. Gelecek yıl gaz birim fiyatının enflasyon ve petroldeki artışa paralel belirlenmesini isteyen Tüketici Hakları Uzmanı Avukat Bülent Deniz de, kamu hizmetlerinin sosyal devlet anlayışı içerisinde vatandaşlara eşit sunulmasının önemine işaret etti.

Zaman Gazetesi'nde dün yayınlanan 'BOTAŞ doğalgaza yeni yılda yüzde 70 zam istiyor' başlığıyla duyurduğu haber büyük yankı uyandırdı. Televizyonlar zam haberine geniş yer verirken, internet siteleri de olayı okuyucularına Zaman kaynaklı haberle duyurdu. Habere göre, kamu şirketi Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ (BOTAŞ), Hazine'nin petrol, dolar gibi girdi maliyetleri öngörüleri doğrultusunda 2010'da gaz fiyatlarındaki artışı belirlemek için çalışmalara başladı. Yapılan ilk hesaplamalara göre fiyat artışının yüzde 50 civarında olabileceği tespit edildi. Ancak, ucuz alınan Azerbaycan ile yapılan fiyat düzeltme görüşmelerinde şirket yüksek fark ödemesi durumunda zam oranı daha da yukarı çıkabilecek. Doğalgaz fiyatlarının geçen yıl toplam yüzde 74 artırılması büyük tepki çekmiş, bu yıl ise şubat ve mayısta fiyatlarda toplam yüzde 40 indirim yapılmıştı. Gelecek yıla yönelik zam öngörüleri de kamuoyunda eleştiri konusu oldu. TESK Başkanı Bendevi Palandöken, krizde olan esnafın doğalgaz zamlarıyla daha da zora gireceği uyarısında bulundu. Krizde esnaf, sanatkâr ve tüccarın yükünün daha da hafifletilmesini isteyen Palandöken, "Bu zor zamanda, özellikle krizin daha çok hissedileceği 2010'da doğalgaza yapılacak zamlar kabul edilemez, kesinlikle böyle bir zamdan yapılmamalı. Esnafı nefes aldıracak uygulamalar yapılmalı." dedi. Tüketici Hakları Uzmanı Bülent Deniz de, verimsiz çalışan kamu kuruluşlarının faturasının vatandaşa ödetilmesinin 'haksızlık' olduğunu kaydetti. BOTAŞ'ın bütçe yapısındaki açığı kapatmak için gelecek yıl yüzde 50 zam hesabından vazgeçilmesini isteyen Deniz şöyle konuştu: "Kamu hizmetleri, sosyal devlet anlayışı içerisinde yapılmalı. Bu hizmetlerden anormal kâr hedeflemek yanlıştır. Gaza yapılacak zamla, BOTAŞ'ın mali yapısı kuvvetlendirilecek. Kesinlikle doğru değil." Deniz'e göre gelecek yıl doğalgaz fiyatları en fazla enflasyon ve petroldeki artışa göre ayarlanmalı.

BOTAŞ'IN KÂR HEDEFİ 1,4 MİLYAR LİRA
Doğalgaz fiyatları 1 Temmuz 2008'den itibaren her ay Yüksek Planlama Kurulu (YPK) kararıyla yeniden belirleniyor. Bunun için Hazine Enerji KİT'lerine dolar, ham petrol, enflasyon gibi girdileri bildiriyor. Kamunun enerji şirketleri de buna göre fiyat ayarlaması yapıyor. BOTAŞ da, geçen yıl sonuna doğru 2009 İş Programı'nı hazırladı. Hazine, 2009 İş Programı için şirkete 28 Ekim 2008 tarihli yazısıyla dolar kuru ve ham petrol ortalama varil fiyatını iletti. BOTAŞ Hazine'nin resmi yazıyla bildirdiği temel varsayımlar ve program büyüklükleri esas alarak çalışmalarını tamamladı. Buna göre BOTAŞ 2009'u 1,4 milyar lira (yaklaşık 1 milyar dolar) dönem kârıyla kapatacak. BOTAŞ, 2010 yılı İş Programı çalışmalarına da yeni başladı ve yıl sonuna kadar Hazine öngörüleri kapsamında mali verilerini netleştirecek.

Fiyatı siyasî irade değil, otomatik sistem belirliyor
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız dün Meclis'te gazetecilerin zamla ilgili sorusuyla karşılaştı. Doğalgaz fiyatlarının otomatik fiyat mekanizmasıyla belirlendiğine işaret eden Yıldız, "Şu anda bunları öngörmek mümkün değil ve doğru da değil. Şu anki elimizdeki rakamlar, otomatik fiyat mekanizmasına gelen doneler, bir fiyat zammı şeklinde görülmüyor. Ama bu fiyat zammını belirleyen biz değiliz." dedi. Azerbaycan ve İran'dan alınan gazın otomatik fiyatlandırmaya tabi olduğunu ifade eden Yıldız, "İki yıldan beri uygulanan otomatik fiyatlamayla beraber bu kural devam ediyor. Bunu belirleyen bizim siyasi irademiz değil. O yüzden bunu hep beraber takip edeceğiz. Bunu dediğimde de 'fiyatı bilmiyor musunuz?' deniyor. Açıkça söylüyorum, otomatik fiyatlandırma mekanizması her zaman yürürlüktedir ve bu devam ediyor." diye konuştu. Azeri gazındaki yeni artışla birlikte zam olup olmayacağına ilişkin soruyu da cevaplandıran Yıldız, "2008 yılının Nisan ayından bu tarafa zaten gelebilecek fiyat farkı hesaba katılmıştı. Bu bizim için sürpriz değil. O açıdan bunun getireceği çok artı bir fiyat oluşmayacak. Doğalgazla alakalı otomatik fiyat mekanizması devam edecektir." dedi. Yıldız, bu hafta gelecek Azeri heyetiyle görüşmelerin son olmayacağını, görüşmelerin sürdürüleceğini açıkladı.

2 Kasım 2009 Pazartesi

"Pankartın "GÖR" Dediği..."


Üstteki fotoğrafta iki siyasi partinin, geçtiğimiz Cumhuriyet Bayramı kutlamaları nedeniyle sokaklara astıkları pankartlar var.

Bu iki pankart arasında kocaman bir fark var.
Gözünüze çarpıyor mu?
Öyle parti ismi, amblemi ya da pankartın boyutları bakımından değil, bu fark...
Dikkatli bakın lütfen..
Hala mı göremediniz?...

Farkı bulduysanız, yanıtınızın doğru olup olmadığını teyid etmek; bulamadysanız da, doğru cevabı öğrenmek için lütfen yazının sonundaki fotoğrafa bakın...

Tek bir harfin farklılığı sizde ne uyandırdı bilmiyorum; ama bu tek harf ne yazık ki, Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu topluma bakışını ortaya koyması bakımından çok ilginç bir dışavurum.

"Cumhuriyetin partisi, devletin partisi" olmakla her daim övünen, ama toplumdan ve değerlerinden kopuk olduğu, uzak olduğu için eleştirilen ve insanımız tarafından yıllardır iktidar yetkisi verilmeyen CHP, topluma nereden baktığını bu pankartıyla ortaya koymuyor mu sizce?..

Elitist, "bu ülkeye komünizm gelecekse bile biz getiririz" anlayışının sahibi, halkı; devlet için var gören, yönetilmesi gereken insan topluluğu olarak algılayan bu siyasi yaklaşım, demokrasilerde yetki sahibi olabilir mi sizce?

Merkez sağı olabildiğince kaplamış AKP iktidarı için alternatifler üretilmesi gerekliliğinden haklı olarak söz edilirken, ana muhalefeti oluşturan CHP yerine, yine merkez sağda (örneğin; DP-ANAP birleşmesi gibi) alternatif aranması, demokrasimiz için ne kadar sağlıklı?

Sağlıklı demokrasinin ön koşulu, iktidar odağını dengeleyecek, denetleyecek ve her zaman için alternatifi olabilecek çözümü üreten, karşıt siyasi gövdenin var olmasıdır.

Batı'da, halkın içinden gelmiş, halk adına, halk için sosyal demokrat çözümler üreten siyasi partileri görüp de, imrenmemek mümkün mü?
Kendimize dönüp iktidara alternatif sosyal demokrat çözümleri, bu CHP nin üretebileceğini hayal edebilir miyiz?

Yazılarımızda siyasete bulaşmamaya, hele ki herhangi bir siyasi parti eleştiri veya övgüsüne girmemeye özen gösteriyoruz. Bu özenimizi koruyalım ve bu kadarla yetinelim.
Ancak tek bir harfin bize çağrıştırdıklarının, yazdıklarımızdan çok daha fazla olduğunu da dikkatinize sunalım efendim.





23 Ekim 2009 Cuma

"Sahi, Bir Yıl Geçmiş..."



Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz, aylık dergi Bizim Market'de, ekonomik gelişmeleri değerlendiriyor...

İşte 2009/Ekim sayısında yer alan makalesi:


"Sahi, Bir Yıl Geçmiş..."

Geçtiğimiz sonbaharda başladı küresel ekonomik kriz.
Haber vere vere gelen küresel kriz nedeniyle bir yıldır tüm dünya, bu “yeni durum”u anlamaya, çözmeye çalışıyor.

Şirket iflâsları, işsizlik, giderek ülke iflâsları noktasına kadar getirdi küresel ekonomiyi. Kimilerince insanlık tarihin tanık olduğu en büyük ekonomik deprem, kimilerince küresel ekonominin mimarisinin yeniden tasarlanması süreci olarak algılanan bu deprem sona erdi mi?
Şimdilerde herkesi sorduğu temel soru bu.

Bu sorunun yanıtını doğru bilenler, özellikle perakende sektörünün aktörleri, önümüzdeki dönemdeki tercihleri nedeniyle rakiplerinden bir, belki de birkaç adım öne çıkacak.
Ama bütün mesele, sorunun yanıtını doğru verebilmekte.

Birkaç ay öncesine giderek, sorunun yanıtını kendimizce aramaya çalışalım.
Nisan ayından itibaren tüm ekonomik göstergelerde hissedilir iyileşmeler başladı. Göstergelerdeki “tepetaklak düşüş”, yerini “düşüş”e bıraktı.

Eh şimdi, “düşüş devam ediyorsa, iyileşme bunun neresinde” diye sormamız hayli yerinde.
Bu sorunun yanıtını ileriki satırlara bırakarak, Nisan ayında başlayan bu gelişme üzerine olan-bitene bakalım:
Başta ABD Başkanı Obama olmak üzere IMF., OECD, Dünya Bankası, FED gibi ekonominin baş aktörlerinden gelen açıklamalar dünyayı rahatlatmışa benziyor. Hatta “krizi bilen adam” olarak anılan Nouriel Roubini’den bile, iyimser açıklamalar gelmeye başladı. “Kriz bitti, dibi gördük, düşüş yavaşladı” tarzında bize yansıyan bu açıklamaların, moralleri yükselttiği bir gerçek…

Ama bizim dikkatimizi çeken bir nokta var; bu açıklama sahiplerinin ifadelerindeki temkinli iyimserlik. Dahası başta Roubini olmak üzere, bir gün basına yansıyan iyimser açıklamaların tekzip edilircesine, ertesi gün aynı ağızlardan “kriz daha geçmedi” söylemleri…
Bakıldığında, bizim medyamıza yansıyan bu iyimser/kötümser açıklamaların aslında, haberi yapan gazetecinin meşrebine, beklentisine göre çevirisinin yapılarak haberleştirildiği gibi vahim bir durum söz konusu.

Ekonominin baş aktörlerinin ağzından çıkacak her sözün borsaları uçuracağı veya yere çakacağı gerçeği nedeniyle bu konumdakilerin söylemlerinin her zaman temkinli olması, satır aralarının dikkatli okunması gerekiyor. Bu durumda da, bu açıklamaların ülkemiz insanına servis yapılması noktasında, servis yapanın kişisel tercihleri bizi de, ülke ekonomisini de olumsuz etkileyebilecek niteliktedir.

Dünyanın Sonu mu Geliyor?
Biz, küresel depremi kötümser yorumlayanlar grubundayız.
Yaşanan, sıradan veya sıradan olmayan bir ekonomik kriz olmak yerine, insanlık tarihinin yazının keşfi, Fransız İhtilâli ve benzeri önemli kırılma noktalarından biri niteliğinde.
Yüzyıllardır süregelen kapitalist ekonomik model yerine, insanlık bu deprem sonrasında dünyanın ekonomik düzenini, ekonomik ilişkilerini yeniden biçimlendirmek, tasarlamak ve açıkçası küresel ekonominin mimarisinin yeniden kurgulamak zorunda.
Bu sürecin bir-iki hatta on yıl sürmesini beklemek de, mümkün değil. Tarihin önemli kırılma noktalarına baktığımızda, sürecin 50-100 yıllık dönemlere yayıldığını görüyoruz. Eğer bizim bu iç karartıcı öngörümüz doğru ise, şimdilerde dünya coğrafyasını paylaşan insanlık önemli bir olaya tanıklık ediyor. Ama tanık oldukları bu olayın sonuçlarını bizler değil, torunlarımızın görmesi kuvvetle muhtemel…

Zor Dönemlerin İnsanı Olmak…
Peki biz ne yapacağız?
Öyle ya da böyle, kriz ortamında yaşamak, kazanmak ve gelişmek, en azından mevcudumuzu korumak zorundayız.
Ama bunun için küresel krize ilişkin öngörülerimizin yanında, ülkemize ilişkin öngörülerimizin de olması gerekiyor.

2010-2012 dönemine ilişkin Orta Vadeli Ekonomik Plan geçtiğimiz günlerde açıklandı. Bir kısmı iyiniyetli öngörülerin yanında, açıkçası siyasi iktidarın dahi önümüzdeki iki yıllık döneme ilişkin beklentileri olumlu görünmüyor.
Nitekim geçtiğimiz günlerde yapılan elektrik zammı, bu kışın zorlu geçeceğinin habercisi sanki.
Tüm mal ve hizmet üretiminin temel girdisi olan enerjiye yapılan ve daha da yapılması kuvvetle muhtemel bu zam, maliyetlerin artması, dolayısıyla tüketiciye ulaşan mal ve hizmet bedellerinin artışı anlamına geliyor.

İşte bu noktada öngörü yeteneğimizi kullanmak gerekiyor:
İlk ve olmasını tercih edeceğimiz seçenek, mal ve hizmet bedellerinin artmış olmasına rağmen ekonomi yönetiminin halkın ekonomik seviyesinin düşmesini, en azından mevcut konumunu korumasını sağlayacak önlemleri alması. Ancak bütçede son dönemde oluşan yüzde 800 lük açık karşısında, bu seçeneğin gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor. Hazine kendi cebindeki deliği kapatmanın telaşında iken, toplumun alım gücünün mevcut seviyede kalması için önlem alabilmesi, kaynak aktarması, uzaktan da öte bir olasılık..

Diğer ve ne yazık ki, gerçekleşme olasılığı yüksek senaryoda ise, zaten bir yıldır yaşanan ekonomik kriz nedeniyle alım gücü zayıflayan ve hatta işsizlik olgusu karşısında alım gücünün sıfır noktasında bulunan toplumun büyük kesimi için satın alma eğiliminde azalma söz konusu olacaktır. Bu da, daha derin bir resesyon veya en azından mevcut resesyondan çıkış olasılığımızın orta vadede dahi gerçekleşmeyeceği anlamına geliyor.

Küçülme, Büyük Olasılık
Yani, tüketici satın alırken daha cimri olacak, zorunluluk dışındaki harcamalarında kesinti yapacak, belki de zorunlu harcama eğilimine dahi kısıt getirecektir.
Bu da reel sektör için kırmızı alarm anlamına geliyor. Talep azlığı üretimi yavaşlatacak, üretimin azalması kapanan işyerleri ve işsizliğin artmasına, yani satın alamayan toplum halinde dönüşmemize yol açacaktır.

Şimdilerde ekranlarda sıkça gördüğümüz “al-ver, ekonomi canlansın” reklâmlarının çıkış noktası da, yukarıda dile getirmeye çalıştığımız kötü senaryo…

Sorumuzu yeniden soralım; “peki, biz ne yapacağız?”
Aynı gemideyiz.
Ülke olarak üreteni-satanı-tüketeni ile aynı gemide olduğumuz gerçekliğini, önümüzdeki dönemde deniz feneri olarak kabul edecek ve tüm projeksiyonlarımızı buna göre yapacağız.
Yani az geriye gidecek, 2001 krizinde kendisini aynı gemide kabul etmeyenlerin uğramış oldukları trajik sonu hatırlayacağız.
Kriz zamanında “ne koparırsam kârdır” anlayışıyla hareket edip üretiminin kalitesinden ödün verenlerin, acımasız vade farklarıyla sektörde boy gösterenlerin, üretiminin tüketici için vazgeçilmez olduğu yanılgısına düşüp istediği gibi at oynatanların, satış sonrasında bayisini, tüketicisini unutanların bugün gelmiş oldukları noktayı görüp, şimdilerde bu olumsuz yaklaşımdan uzak durarak, işe başlayacağız.

Panik ve endişe ile çok da gerekli olmadığı durumlarda küçülmeyi tercih etmeyeceğiz. Alacağımız küçülme kararlarının, hanelerdeki işsizliğe katkı yapacağını ve hanelerde yaşayanlar arasında yayılacak işsizliğin, işyerimizde ürettiğimiz-sattığımız mal ve hizmetlerin daha az satın alınması sonucunu doğuracağı gerçekliğini unutmayacağız.
Küçülmek yerine, akılcı tasarruf önlemleri ile zor zamanların aktörleri olduğumuzu ortaya koyacağız.

Ve hep birlikte, kriz zamanlarının “kötü adamları”nı hatıra defterimize kaydedip zamanı geldiğinde bu defteri okumaya başlayacağız.

Durum budur efendim…

Hastalanmadan Haklarınızı Bilin

1 Ağustos 1998 tarihinde yayınlanan Hasta Hakları Yönetmeliği ile hasta ve hasta yakınlarının; sağlık hizmetinden faydalanma, tıbbi bakım hakkı, eşitlik içinde sağlık hizmetine ulaşma, bilgi isteme, sağlık kuruluşunu seçme ve değiştirme, personeli tanıma, seçme ve değiştirme, bilgi alma hakkı, mahremiyet ve özel yaşama saygı, tıbbi kayıtların saklanması, onay, güvenlik, dini vecibeleri yerine getirme, insani değerlere saygı gösterilmesi, ziyaretçi kabul etme, refakatçi bulundurma, müracaat, şikayet ve dava hakkı, sürekli hizmet hakkı bulunduğu kabul edilmiştir.

Hasta ve hasta yakınlarının yukarıda sayılan haklarının ihlâllerinin giderilmesi ve ihlâli gerçekleştirenler için yaptırım uygulanmasına karar vermek üzere il merkezlerinde bütün kamu hastaneleri, ilçe merkezlerinde de 100 yatak üzerindeki hastanelerde Hasta Hakları Kurulları oluşturulmuştur.

Ülkemizde halen 800 civarında Hasta Hakları Kurulu faaliyette bulunmaktadır. Hasta Hakları Kurullarına gelen başvuru sayıları şu şekildedir:
Yıl Görüşülen Başvuru Yerinde Çözülen Başvuru Toplam
2007 12.789 65.844 78.633
2008 14.098 73.464 87.562
*Görüşülen Başvuru : Hasta Hakları Kurullarına yapılan yazılı başvuru
*Yerinde Çözülen Başvuru : Sözlü yapılan ve olay anında çözümlenen başvuru

2009 yılına ilişkin dönemsel raporlama henüz yapılmamıştır. Ancak 2009 yılı için toplam başvuru sayısının 100.000 civarında olması beklenmektedir.

2008 yılında Hasta Hakları Kurullarına gelen 87.562 başvurunun yüzde 54’ünde hasta hakları ihlâli olmadığına, yüzde 18’inde ihlâl olduğuna karar verilmiştir.

Hasta hakkı ihlâlinin olduğuna ilişkin verilen kararlarda ihlâlin yüzde 59’unun sağlık personelinden, yüzde 23’ünün sistemin işleyişinden kaynaklandığı, yüzde 13’ünün teknik (tıbbi) konu, yüzde 5’inin adli konu olduğu tespit edilmiştir.

Yapılan araştırmalarda, çok sayıda Hasta Hakları Kurulunun faaliyete geçirilmediği, faal durumda olanların da kurul üyelerindeki eksiklerinin tamamlanmadığı gözlenmiştir.

Hasta Hakları Kurullarına gelen başvuru sayısı da, ülke nüfusu ve sağlık sisteminin işleyişindeki aksaklık ve eksiklikler dikkate alındığında, oldukça yetersizdir. Konu ile ilgili Sağlık Bakanlığı ve illerdeki Hasta Hakları İl Koordinatörlüklerinin topluma yönelik yoğun bilgilendirme çalışmalarına rağmen, hasta ve hasta yakınlarının başvurularda beklenen şekilde istekli olmadığı görülmektedir.

Eski çağ hukuklarından bu yana korunmakta öncelikli haklar arasında ön sıralarda yer alan hasta ve hasta yakını haklarının korunması, gözetilmesi ve ihlâllerin giderilmesi için kamu otoritesinin daha etkin çalışma yapması, öte yandan hasta ve hasta yakınlarının da, haklarının korunması ve uğradıkları ihlâllerin giderilmesi için oluşturulan ücretsiz hak arama mekanizmalarını harekete geçirmeleri ve haklarını aramakta ısrarlı olmaları gerekmektedir.

Av. M. Bülent Deniz
Onursal Başkan

http://www.tuketiciler.org/


21 Ekim 2009 Çarşamba

"Elektrik Sayaçlarında Haksız Uygulama..."


Elektrik Dağıtım Şirketleri görevlileri, bugünlerde haberiniz olmadan evinize veya işyerinize gelip çalışır durumdaki sayacını sökmüş ve yerine son model bir dijital sayaç takmış olabilir.

Her gün sayacınızın yerinde durup durmadığını kontrol etmek gibi sıra dışı bir alışkanlığınız yok ise, çalışır durumdaki sayacınızın sökülüp yerine yenisinin takıldığını, ancak faturanızdaki 80 TL. lık fazlalığı görünce fark edebilirsiniz.

Bu haksız uygulama Tüketiciler Birliği tarafından yapılan bir basın toplantısı ile kamuoyuna açıklandı.

Ardından Kanal 24 de yayınlanan ve usta gazeteci Selçuk Geçer tarafından hazırlanıp sunulan "24 Ekonomi" programına konuk olan Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz, bu haksız uygulama için tüketicilerin haklarını nasıl arayacakları konusunda bilgi verdi.

Canlı yayına telefonla bağlanan BEDAŞ Genel Müdürü Abdullah Atalay, sayaç değişimini tüketiciye haber vererek yaptıklarını anlatarak uygulamayı savundu.

Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz ve BEDAŞ Genel Müdürü Abdullah Atalay canlı yayında, bir kez daha karşı karşıya...

21 Ekim 2009, Çarşamba
Saat: 16:20
Kanal 24, "24 Ekonomi"

11 Ekim 2009 Pazar

Hani Dünya Bankaları Tek Rakibimizdi!

Piyasaya kredi vermeyen ve kendilerini 'biz sağlamız, dünya bankalarına rakibiz' diye savunan finans sektörüne dünyadan kötü haber

Global Finans Dergisi 2009 yılı Dünyanın En İyi Bankaları'nı belirledi. Seçilen 2009'da Dünyanın En İyi Bankaları listesi: En iyi Özel Banka Credit Suisse Zürih, İsviçre, En İyi Kurumsal Banka JP Morgan Chase NY, ABD, En İyi Ticaret Finansmanı Bankası BNP Paribas Paris, Fransa, En İyi Tüketici Bankası HSBC Londra, İngiltere, En İyi Gelişmekte Olan Pazarlar Bankası Standard Chartered Bank Londra, İngiltere. Avrupa kategorisinde de Türkiye'yi temsilen Akbank ödüle layık görüldü. Öte yandan Bankalararası Kart Merkezi (BKM) verilerine göre, 1-8 Ekim arasında başka banka kartlarının farklı ATM'lerde kullanılması kapsamında yapılan nakit işlem adedinde yüzde 36,3'lük, nakit ciroda ise yüzde 12,4'lük artış gerçekleşti.
Tasarruftan Bedel Alıyorlar
BKM Genel Müdürü Sertaç Özinal, bankaların, müşterilerine uygulayacakları hizmet ücretini serbest piyasa ekonomisi gereği kendilerinin belirlediğini vurgulayarak, 'Bankaların bu alandaki ek yatırımının maliyeti yaklaşık 300 milyon dolar civarında. ATM yatırımı ATM olmayan yerlerde yapılacak. Dolayısıyla 300 milyon dolarlık tasarrufun esas kaynağı bu... Yani verimlilikten kaynaklanan bir tasarruf söz konusu'

Ticari Banka Anlayışı Ölmek Üzere!
Ülkemizdeki bankaların uyumlu çalışmadıklarını belirten Tüketici Birliği Onursal Başkanı Av. Bülent Deniz, 'Bu krizde sanayi ülkesi olan Türkiye'ye kapısını kapatan finans sektörü değil dünya ile rakiplerine de rakip olamaz. Bu süreçte bankalarımız maalesef sanayiden kestiği krediyi bireysele çevirdi. Resmen Türkiye'de ticari bankacılık anlayışı ölüyor. Ne rekabeti? Yatırım ve sanayi yalnız bırakıldı' dedi.

http://yenisafak.com.tr/Ekonomi/?i=215911

6 Ekim 2009 Salı

Sizin İçin Yazıyor

Türkiye’de tüketici bilincinin oluşmasında ve gelişmesinde en büyük emek harcayanlardan birisi O.

Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz
, artık sizin için yazıyor. Deniz Bizim Market'de okurlarıyla buluşuyor.

"Perakende, Pazarlama ve Ekonomi" sloganıyla yayın hayatının yedinci yılına giren Bizim Market, sektörel yayıncılık konusundaki istikrarlı ve sürdürülebilir yayıncılık anlayışı ile okurlarına ulaşıyor.

Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz, çoğumuz için anlaşılmaz ve zor olan ekonomideki gelişmelerin insan üzerindeki izdüşümlerini, izleyicilerinin yakından bildiği yalın, kolay ve mizah tadında üslubu ile her ay Bizim Market okurları ile paylaşıyor.

http://www.barometre.com.tr/NewsRead.asp?Nid=11530

2 Ekim 2009 Cuma

"Deniz, Bizim Market'de..."


Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz, Bizim Market'de...


"Perakende, Pazarlama ve Ekonomi" sloganıyla yayın hayatının yedinci yılına giren Bizim Market, sektörel yayıncılık konusundaki istikrarlı ve sürdürülebilir yayıncılık anlayışı ile okurlarına ulaşıyor.


Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz, çoğumuz için anlaşılmaz ve zor olan ekonomideki gelişmelerin insan üzerindeki izdüşümlerini, izleyicilerinin yakından bildiği yalın, kolay ve mizah tadında üslubu ile her ay Bizim Market okurları ile paylaşıyor.

27 Eylül 2009 Pazar

"Ben Tüketmezsem, O Yok Olur..."


Ekonomik kriz, yeni tüketim ahlâkıyla çözülecek
Gülizar Baki/Zaman 27.09.2009


Global ekonomik kriz büyük firmaların iflas etmesine, fabrikaların daha az üretim yapmasına dolayısıyla ekonomi çarklarının yavaşlamasına sebep oldu.

Boşuna mı ekonomi kurmayları ekranda bakkal, oyuncakçı, simitçi veya çiçekçi kılığında, "Ekonomiye can verin!" çağrısında bulunuyor. Çünkü ekonomik kriz sadece büyük şirketleri değil, tüketici davranışlarını da etkiledi. Daha az alışveriş yapmak, tasarruf etmek gibi basit etkiler değil bunlar. Uzmanlara göre global kriz, yeni bir tüketim anlayışı geliştiriyor. Yani tüketim ahlakı/davranışları değişiyor.

Dünyaca ünlü trend uzmanı Reiner Evers, önümüzdeki yılın tüketici eğiliminin, mavi renk elbise veya topuklu ayakkabı değil, "daha az harcamak ve daha fazla satmak" olduğunu söylüyor. Hatta bu durumu "sellsumers" olarak kavramlaştırıyor. Sellsumers, seller (satıcı) ve consumer (tüketici) kelimelerin birleştirilmesinden oluşturulmuş. Anlamı "satan tüketici" demek. Yani fikirleri kurumlara satan, düşüncelerini diğer tüketicilerle paylaşan veya kullanmadıkları eşyaları kiralayan tüketicilere deniyor. Ekonomiye "tüketici katkısı" olarak da tanımlanabilir.

'G' Jenerasyonu

Evers'ın öngörüsüne göre satıcı ile tüketici arasındaki keskin ayrılık bitiyor. Tüketici aynı zamanda satıcı, satıcı ise tüketici olacak. Aslında bu anlayış, internet sayesinde yavaş yavaş başlamıştı. Kriz sebebiyle nakit sıkıntısı çekilince daha hızlı bir şekilde yayıldı.

Evers, ekonomik krizin "g jenerasyonu" adı verilen yeni bir nesil ortaya çıkardığından da bahsediyor. Yani generous generation/cömert nesil, "Cömert ve insancıl tüketici olmak" diye açıklanabilir. Cömert nesil, adil davranan ve insan emeğine saygı gösteren kurumlardan alışveriş yapmak istiyor. Yani ileride üretim ve satışta daha şeffaf firmalar kazançlı olacak. Çünkü g jenerasyonu insancıl yaklaşımlardan etkileniyor. Ülkemizdeki durum da Evers'ın teziyle paralellik gösteriyor. Prof. Dr. Yavuz Odabaşı'na göre tüketim ahlakı ve kültürü Türkiye'de de krizin etkisiyle hızla değişiyor. Hatta tüketici zihinsel dönüşüm yaşıyor. Odabaşı, krizin, tüketici ahlakında yaşanan değişimi sadece hızlandırdığını düşünüyor. Ona göre teknolojik gelişmeler, internetin sağladığı sosyal iletişim ağları böyle bir dönüşümü gerçekleştiriyordu zaten.

Yeni tüketicinin özellikleri

Odabaşı, yeni tüketicilerin özelliklerini şöyle sıralıyor: "Daha hassas ve duyarlı. Gereksiz harcamalara ve tüketime karşı bilinçli. İhtiyaç duyduğu ürünlere ve markalara yöneliyor. Üretime dahil olmak istiyor. Pasif kalmak istemiyor. İnsanî değerlere önem veriyor, materyalist bir bakış açısıyla yapılan uygulamalara tepki gösteriyor." Odabaşı, yeni nesil tüketicinin ruh halini ise şöyle tanımlıyor: "Kendisinin sadece 'parası olan varlıklar' olarak görülmesine duygusal içlenme diyebileceğim bir tavır gösteriyor. Duygu dünyasındaki bu halin ise iş dünyası tarafından fark edilmesini bekliyor. Tüketimin dünya sorunlarına çözüm üreten bir yapıda olmasını bekliyor. Çevreye zarar vermek istemiyor. Etik ve adil ticaret istiyor."

Daha eğitimli ve önceki nesillere göre gözü doymuş yeni nesil tüketiciler, samimi bir üretici istiyor. İkiyüzlü iş dünyasının karşısında duruyor. Üreticilerin ekolojik dengeyi gözetmesini neredeyse şart koşuyor. Tüketici olmanın kendisine bahşettiği büyük gücün farkında ve ona göre talepte bulunuyor.

Peki bu talepler ne işe yarayacak? Öncelikle etik ticaret yaygınlaşacak. Üretici, elemanlarının çalışma koşullarını bile düzeltmek zorunda kalacak. Tüketici otoriteye ve iş dünyasına yön verecek. Aslında devletlerin yaptığı/yapması gerektiği denetim işini, artık tüketici yapacak.

Yeni nesil tüketici gücünün farkına vardı

Tüketiciler Birliği'nin onursal başkanı Bülent Deniz de tüketicinin, "ben tüketmezsem o yok olur" diyerek gücünün farkına vardığını söylüyor. Deniz, yeni tüketicilerin kandırılması zor, satış sonrası unutulmaya tahammül etmeyen ve de imkan vermeyen bilince sahip olduğunu vurguluyor. Avukat Hamza Türkmen ise yeni tüketici ahlakının elit kesimlerin bir eğilimi olduğunu düşünüyor. Türkmen'e göre Batı'da "başka bir dünya mümkün" diyen küresel kapitalizmin karşıtı akımlar gündeme gelse de, bu söylemden en başta kendi bedenleri etkilenen elitler yararlanıyor. Organik tarım, gönüllü sadelik gibi akımlar onlara yönelik başladı. Gönüllü sadelik, 1970'lerden beri gelir seviyesi üst kesimde yaygın bir kavram. Parayı ve sınırsız satın alma gücünü elinde tutanlar, bilinçli olarak az tüketmeyi, sade yaşamayı tercih ediyordu. 2008 global krizi, bu akımın geniş kitleler tarafından mecburen benimsenmesine sebep oldu.


23 Eylül 2009 Çarşamba

Bir Ülkeyi Kredi Kartına Teslim Etmek...


Tuncay Mollaveisoğlu tarafından hazırlanan ve Cem TV. de yayınlanan Bağımsız programının bu haftaki konukları CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Esfender Korkmaz ve Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz oldu.

Ekonomideki son gelişmeleri değerlendiren CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Esfender Korkmaz, siyasi iktidarın açıkladığı Orta Vadeli Ekonomik Programı eleştirerek, programda ortaya konulan hedeflerin gerçeklerle bağdaşmadığını ileri sürdü. Ekonomik Programın halkı ve reel sektörü yok saydığını ileri süren Korkmaz; “bu program, mevcut işsizliğin daha da artmasından başka bir anlam taşımamaktadır” dedi.

Yaşanan kredi kart sorunu ve elektrik zammını değerlendiren Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz de, bankacılık sektörünün yüzde 46 sının yabancı sermaye olduğuna işaret ederek, “bankacılık sektörü ülkeyi yönetir hale gelmiştir. TBMM. nden çıkan yasalar bankacılık sektörünün istekleri doğrultusunda düzenlenmektedir. Bunun son örneğini, 5915 sayılı kredi kart borçlarının yapılandırılmasına ilişkin yasada gördük. Borcunun asgarisini ödeyen dokuz milyon dürüst kredi kart hamili görmezden gelinerek, ödeme yeteneği olmayan 875 bin kredi kart hamili için bu yasa çıkarıldı. Sonuç ortada, yasadan yararlanmak için başvuranların sayısı yüzde on civarında kaldı. Yeniçağ Gazetesi yazarı Arslan Bulut bu durumu bir köşe yazısında “ülkeyi, kredi kartına teslim etmek” olarak yorumladı. Ne yazık ki, durum bu değerli yazarımızın işaret ettiği gibidir. İmalat sektöründe yüzde 8 küçülme yaşanırken, bankacılık sektörü yüzde 7 büyümüştür. Bankalar asli vazifeleri olan reel sektörü finanse etmek yerine, daha karlı gördükleri bireysel tüketiciyi kredi kartına boğmakta, sonuçta milyonlarca kişi borç sarmalına girmektedir” dedi.

Bu kış, zor geçecek!
Gerek meteorolojik tahminlerin bu yıl soğuk bir kış geçireceğimizi ortaya koyması ve gerekse bütçenin yüzde 800 açık vermesi nedeniyle başta elektrik olmak üzere tüm mal ve hizmetlerin temel girdilerine arka arkaya zam yapılacak olması nedeniyle tüketicinin zor bir döneme girdiğini belirten Deniz; “elektrik, doğalgaz gibi temel girdilere yapılan ve yapılacak zamlar nedeniyle tüketicilerin harcama eğilimleri azalacak, halk daha az tüketecektir. Bunun sonucunda mal ve hizmet alımı azalacak, buna bağlı olarak üretim yavaşlayacak, işsizlik artacak ve mevcut resesyondan çıkış ihtimalimiz uzun süre söz konusu olmayacaktır. Küresel ekonomik krizde, çok yakın vadede başlaması kuvvetle muhtemel yeni dalgalanma nedeniyle halk için işler daha da zorlaşacaktır” dedi.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Türkiye Bankalar Birliği: "Banka-Tüketici Arasında Taraf Tutulmamaktadır"

1 Eylül 2009 tarihinde yaptığımız basın açıklaması ile Türkiye Bankalar Birliği nezdinde faaliyet gösteren Türkiye Bankalar Birliği Müşteri Şikayetleri Hakem Heyeti'nin son bir yıllık çalışma dönemine ilişkin faaliyet raporunu değerlendirmiş ve bir yıl içinde bu heyete yapılan 2.450 başvurudan görüşülmesine karar verilen 239 başvurundan 78 adedinin tüketici lehine, 161 adedinin de banka lehine karara bağlanmasını eleştirerek; bu çarpık durumun, bu heyette sadece banka temsilcilerinin olması ve tüketici temsilcisinin olmamasından kaynaklandığı tespitinde bulunmuştuk.

Tüketici temsilcisinin yer almadığı Türkiye Bankalar Birliği Müşteri Şikayetleri Hakem Heyeti'nden çıkan bu sonucun 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun ile her ilçede kurulan ve yaptırım gücü olan karar veren Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerinden ezici çoğunlukla tüketici lehine çıkan karar yüzdeleriyle büyük çelişki olduğuna ve tüketici temsilcisinin olmadığı bu heyetin değerlendirmelerinin tek yanlı olduğuna ilişkin endişe ve uyarılarımızı içeren basın açıklamamız üzerine Türkiye Bankalar Birliği'nden yazılı yanıt geldi.

Gelen yazılı yanıtı yorumsuz olarak paylaşıyoruz:

11 Eylül 2009 Cuma

"Kredi Kart Borçluları için İktidara Açık Çağrı..."


Kamuoyunda "kredi kart affı" olarak bilinen 5915 sayılı yasadan yararlanmak isteyen kart borçluları için süre 7 Eylül 2009'da sona erdi.

875 bin kart borçlusundan sadece yüzde 8-10 civarındaki mağdurun yasadan yararlanma talebinde bulunduğu ortaya çıktı.

Yasanın hazırlık çalışmaları esnasında, bu yasanın kapsadığı kart borçlularının sayısının arttırılması ve kapsamının genişletilmesi uyarısını yapan Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı ve tüketici hakları uzmanı Av. M. Bülent Deniz'in, "dağ fare doğuracak" uyarısı gerçekleşti.

Konuyla ilgili olarak Show TV. ve TVNet'de ana haber bültenlerine katılan Av. M. Bülent Deniz, siyasi iktidara açık çağrı yaparak, kart borcu olup da yasadan yararlanamayan veya kapsamı içinde bulunmayan dokuz milyon tüketici için kamu bankaları tarafından tüketici kredisi verilmesi yönünde çalışma yapılması gerekliliğini dile getirdi.

Şu anda tüketici kredisi faizlerinin, kredi kartı faizlerinin üçte biri civarında olduğunu belirten Deniz; "şu anda tüketici kredisi pazarında cari olan faiz üzerinden verilecek kredilerle hem dokuz milyon kart mağduru için ödeme kapısı açılmış olacak, hem de kıyasıya rekabetin yaşandığı tüketici kredisi alanında kamu bankalarının karlı kredi verebilmesi sağlanmış olacaktır. Öte yandan bu operasyon ile şu anda ekonomik faaliyetleri minimumda olan dokuz milyon kişinin ekonominin içine çekilmesi ve ekonominin canlandırılması için "şeker alın, oyuncak alın, gül alın" diyen ekonomi yönetiminin politikasının gerçekleşmesine katkıda bulunulacaktır" dedi.









5 Eylül 2009 Cumartesi

Deniz; "ilan edilmeyen masrafları ödemeyin"




Kredi borçlusuna masraf müjdesi


Isparta’da bir kredi borçlusu, bankaların tahsil ettiği dosya masrafını yasal olmadığı gerekçesiyle icra kanalıyla geri aldı.


Bunun diğer tüketicilere emsal olması bekleniyor...

Isparta’da Serkan Ağarlı isimli bir tüketicinin, bankaların kredi verirken kendisinden tahsil ettiği dosya masrafını yasal yoldan geri alması, kredi müşterilerini umutlandırdı. Isparta’da pazarlamacılık yapan Ağarlı, iki yıl önce eşinin rahatsızlığı nedeniyle 5 bankadan 17 bin lira kredi çekti. Ağarlı daha sonra dosya masrafının yasal olmadığını öğrenerek bankalara karşı hukuki bir mücadele başlattı.

2 BANKA ZORLUK ÇIKARDI

Ağarlı’nın bankaları şikayet ettiği Tüketici Hakem Heyeti, masrafın iade edilmesi kararı aldı. Bu karara üç banka uyarken, iki banka ise zorluk çıkardı. Bunun üzerine Ağarlı, iki bankadan toplam 565 lira tutarındaki dosya masrafı ile 90 lira kredi kartı aidat bedelini tahsil etmek için İcra Dairesi’ne başvurdu. Bankanın birinden kredi kartı aidat bedelini, diğerinden de dosya masrafını icra kanalıyla tahsil etmeyi başardı.

BANKA İLAN ETMİYOR

Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı Bülent Deniz, kredi kullanımı sırasında tüketicinin sadece ana para, faiz ve Banka Sigorta Muameleleri Vergisi ödemesi gerektiğini, bunun haricinde istenen dosya, ekspertiz ve sigorta bedeli gibi masrafların yasal olmadığını söyledi. Ancak bankaların bu tür masrafları açıkça ilan etmesi halinde, tüketicinin bunu bilerek kabul etmiş sayıldığını belirten Deniz, bu durumda tüketicinin başvuramayacağı uyarısında bulundu.

Deniz, “Ama bankalar da yasal olmadığı için masrafları açıkça ilan etmekten kaçınıyorlar. Çünkü o zaman BDDK kendilerini izlemeye başlıyor. Dolayısıyla tüketici, hem sözleşmede kabul edemeyeceği ağır maddelere karşı, hem de ilan edilmemiş bu tür masraflara karşı yasal yoldan hakkını arayabilir” dedi.

HANGİ BANKA NE MASRAF ALIYOR?

Kredipazari.com internet sitesinde yayınlanan bilgilere göre, konut kredisinde bankalar tüketiciden konut sigortası, bireysel yaşam sigortası, avukat masrafı, değerleme raporu, dosya masrafı ve muhtelif oranlarda kredi komisyonu talep ediyor.

Değerleme raporu olarak Akbank 500 TL, Finansbank, 525 TL, Yapı Kredi 400 TL, Garanti Bankası 650 TL, İş Bankası 250 TL, TEB 400, HSBC 525 TL, Vakıfbank 350 TL tahsil ediyor. Akbank bunun yanında 150 TL avukat masrafını da krediden kesiyor. Ayrıca bankaların minimum kredi komisyonları da 500 ile bin TL arası değişiyor. Yapı Kredi, TEB; Garanti bin TL; İş Bankası 600 TL, HSBC 500 TL kredi komisyonu talep ediyor.





http://www.bugun.com.tr/haber-detay/77542-kredi-borclusuna-masraf-mujdesi-haberi.aspx

3 Eylül 2009 Perşembe

"Dağ Fare Doğuracak" Demiştik...


5464 sayılı Banka ve Kredi Kartları Yasasına Geçici Madde ekleyen 5195 sayılı Yasanın kredi kart borçlarının ödenmesine ilişkin getirdiği kolaylıktan yararlananların sayısının yüzde sekiz oranında olması, bu yasa çıkarken TBMM. ne çağrı yaparak; yasanın "borcunu hiç ödemeyenleri" değil, aksine asgari tutarı ödeyerek borcu öteleyenleri" kapsamasının gerekliliğine işaret edenleri haklı çıkardı.

Toplumsal gerilime yol açan kredi kart borçlarının tasfiye edilmesine yönelik son bir yıldır yapılan çağrılar üzerine harekete geçen siyasi iktidar, kredi kart boçlarının yapılandırılarak ödenmesine ilişkin çalışmasını kamuoyuna büyük müjdelerle duyurmuş, ancak hazırlanan yasa tasarısının kapsamının dokuz milyon mağdur yerine borcunu hiç ödemeyen ve ödemeyecek olan 875 bin kişi sınırlı olması, yasadan beklenen yararın sağlanamayacağını en başından ortaya koymuştu.

Öte yandan ısrarla dikkat çektiğimiz Ekim ayında küresel ölçekte yaşanması muhtemel ekonomik kriz nedeniyle bugüne kadar borcu öteleyenlerin, borçlarının asgari tutarını dahi ödeyerek ötelemeleri olanaksız hale gelecek ve toplumsal gerilime yol açan kredi kartları sorunu ülke ekonomisinin kırılma noktalarından birini oluşturacaktır.




1 Eylül 2009 Salı

"tüketicinin olmadığı yerde, bankaların borusu ötüyor..."


Türkiye Bankalar Birliği Müşteri Şikâyetleri Hakem Heyeti’nin son bir yıllık raporunu değerlendiren Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz; “heyetten çıkan kararların çoğunluğunun tüketici aleyhine olması, heyette tüketici temsilcisinin olmamasından kaynaklanmaktadır” dedi.

Tüketici Hakları Uzmanı Av. M. Bülent Deniz konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır:

Türkiye Bankalar Birliği (TBB) tarafından “birlik üyeleri ile bireysel müşterileri arasındaki ihtilâfların değerlendirilmesi ve çözüme kavuşturul-ması” amacıyla 01.09.2007 tarihinde, Müşteri Şikâyetleri Hakem Heyeti kurulmuştur.

Müşteri Şikâyetleri Hakem Heyeti’nin 01.09.2008-14.08.2009 tarihleri arasındaki son bir yıllık çalışma dönemindeki çalışmalarına ilişkin açıklanan rapora göre; 2.450 başvuru heyete iletilmiş olup ilgili bankalara yönlendirilen, kabul edilmeyen, bilgi ve belgesi eksik olan başvurular dışında 239 başvuru hakkında karar verilmiş olup, 239 başvurudan 78 adedi için tüketici lehine, 161 adedi için banka lehine karar verilmiştir.

4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun gereğince kurulan Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerine bankacılık hizmetlerini şikâyet eden tüketicilerin kahir ekseriyetinin haklı bulunduğu gerçeği karşısında, Türkiye Bankalar Birliği Müşteri Şikâyetleri Hakem Heyeti tarafından sadece yüzde 33 oranında tüketicinin haklı olduğuna karar verilmesi ilginç ve üzerinde düşünülmesi gereken bir sonuçtur.

Türkiye Bankalar Birliği tarafından yayınlanan Müşteri Şikâyetleri Hakem Heyetinin Oluşumu, Çalışma Esas ve Usulleri Hakkında Tebliği’in 5. maddesi gereğince, beşi kişiden oluşan heyet üyeleri, bankalarca gösterilen üyeler arasından seçilmektedir. Yani tüketici sorunları hakkında karar vermek üzere oluşturulan bu heyette tüketici temsilcisi bulunmamaktadır.

Tüketicinin temsilcisinin bulunmadığı, tek taraflı olarak oluşturulmuş bu heyetten verilen kararların güvenilir olduğu tartışmalıdır. Nitekim son bir yılda tüketici tarafından iletilen başvuruların sadece yüzde 33 ünde tüketicinin haklı bulunması, bu tereddüdü kuvvetlendirmektedir.

4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun gereğince kurulan Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri, oluşumu itibariyle iletilen başvuruların tüm taraflarına yer veren ve çoğu durumda mahkeme kararı niteliğinde kararlar üreten yasal bir kamu kuruluşudur.

Yasal bir kamu kuruluşu ile aynı görevi yerine getirmek üzere Türkiye Bankalar Birliği tarafından başkaca bir heyet kurulması, mevcut Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri’nin işlevsizleştirilmesi amacına yöneliktir.

Oluşumu itibariyle tüketicinin temsil edilmediği, objektif kriterlerin gözetilmediği ve yasal dayanaktan yoksun Türkiye Bankalar Birliği Müşteri Şikâyetleri Hakem Heyeti ortadan kaldırılmalı, bu heyetlerin çalışmasında ısrar edilecekse, heyet içinde tüketici temsilcisine yer verilmelidir.

Bankacılık hizmetleri nedeniyle hakkını aramak isteyen tüketiciler, yaptırım gücü bulunmayan karar veren Türkiye Bankalar Birliği Müşteri Şikâyetleri Hakem Heyeti yerine, icra kabiliyetini haiz kararlar veren ve her Kaymakamlık binasında faaliyet gösteren Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerine başvuru yapmalıdırlar.

Av. M. Bülent Deniz
Tüketici Hakları Uzmanı

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Deniz: "Üniversite Harçları Bu Yıl Alınmamalı"


Öğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen), hükümetin geçtiğimiz haftalarda yaptığı yüzde 8’lik harç zamlarının iptali için Danıştay’a dava açtı.


Harç zamlarına karşı yaptığı eylemlerle velilerin ve kamuoyunun desteğini alan Genç-Sen'li öğrenciler, şimdi de zamlara karşı Danıştay'a dava açtı. TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nde basın toplantısı düzenleyen öğrenciler, yüzde 8'lik zammı kabul etmeyeceklerini dile getirdiler.

Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı Avukat Bülent Deniz ve çeşitli üniversitelerden öğrencilerin katıldığı toplantıda konuşan Genç-Sen yönetiminden Emre Öztürk, zamları müjde olarak duyuran hükümetin aksine harç artışını geri çektirmek için mücadele edeceklerini ifade etti.

Öğrencilere davada yardımcı olan Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı Avukat Bülent Deniz de, harç zamlarının ilk defa yargıya gideceğini söyleyerek, mevcut yasalarda yer alan hükümlerin uygulanmayışı nediyle Anayasa ve uluslararası düzenlemelere aykırı olduğunu söyledi.

Deniz, ''Harç zamlarının ilk defa bu dönemde yargıya intikal edecek. TC. Anayasası'nın Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi başlıklı 42. maddesine göre, 'Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.' Ancak mevcut düzenleme kriz nedeniyle öğrencileri eğitim hakkından yoksun bırakılmasına neden olacaktır. 2547 sayılı Yüksek Öğrenim Kanunu'nun 46.maddesi ile öngörülen Cari Hizmet Maliyeti düzenlemesi ile yükseköğretim kurumlarında eğitim görmek isteyen öğrencilere verilecek eğitim ve öğrenim hizmeti için öğrenci başına cari hizmet maliyetinin devletçe karşılanan kısmı dışındaki miktarın öğrenci tarafından karşılanması öngörülmektedir'. Yasanın bu düzenlemesi başta ülkemizinde taraf olduğu uluslararası düzenlemeler olmak üzere TC. Anayasası'na açıkca aykırıdır. Bu sebeplerden dolayı Danıştay'a zammın geri çekilmesi talebiyle dava açtık" diye konuştu.

Genç-Sen adına konuşma yapan Emre Öztürk de davanın takipçisi olacaklarını dile getirerek, ''Gerek Bakanlar Kurulu kararı gerekse bu karara dayanak olan kanun maddesinin anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa mahkemesine sunulması ve bu yolda parasız eğitim hakkımızın engellenmesine bir son verilmesini talep ediyoruz. Mücadelemiz bu yolda sürecektir. Yüzde 500'lük zammı geri çektireceğimiz gibi yüzde 8'lik zammı da geri çektirecek ve parasız eğitim hakkını alma yolunda ilerlemeye devam edeceğiz" dedi.

Toplantıya katılan öğrenci velisi 51 yaşındaki Cihan Öztürk de zamlara ilişkin görüşlerini açıkladı.
Öztürk, "Her sene aynı krizi yaşıyoruz. Veli olarak okul başlarında kabus yaşıyoruz, daha sonraki halk tepkileri ile birlikte sanki nimetmiş gibi geri adım atıyorlar. Bu duruma hem öğrencinin geçimi hem de bizim geçimimiz açısından maddi olarak bakıyoruz. Yurtlara ödenen paralarıda hesaba katarsak, sadece yüzde 8'lik biz zam olarak değil, yüzde 100'lük bir zam olarak değerlendirmekte yarar var. Zamlar geri çekilsin, öğrenciler ücretsiz okusunlar" diye konuştu.

Bakanlar Kurulu toplantısına kadarki süreçte hem sokakta eylemlerle, hem de konunun muhataplarıyla görüşmeler yaparak bu zamların yapılmamasını gerektiğini ifade ettiklerini söyleyen Genç-Sen, Bakanlar Kurulu’nda hiçbir kritere bağlı kalınmadan yapılmış olan bu zamlara karşı dava açtı. Davayı üstlenen Tüketiciler Birliği Derneği Onursal Başkanı Bülent Deniz, 2008’in eylül ayında ortaya çıkan kriz nedeniyle en azından bu yıl harçların alınmaması gerektiğini, zamların da bu durumda yapılmaması gerektiğini düşündüklerini, ayrıca Anayasa’nın Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi başlıklı 42. maddesine göre, “Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz.” maddesi ve Türkiye’nin de taraf olduğu uluslar arası anlaşmalar gereği yükseköğrenimin parasız olması gerektiği, ancak 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun 46. maddesi ile öngörülen Cari Hizmet Maliyeti düzenlemesi ile “yükseköğretim kurumlarında eğitim ve öğrenim görmek isteyen öğrencilere verilecek eğitim ve öğrenim hizmeti için öğrenci başına cari hizmet maliyetinin devletçe karşılanan kısmı dışındaki miktarın öğrenci tarafından karşılanması” yönündeki yasanın Anayasa’ya aykırı olduğu ve bu nedenle iptali gerektiği için dava açıldığı belirtti.

Dava dosyasında üç talebin bulunduğu; ilk olarak harçlara enflasyon oranından fazla zam yapılamayacağı, yapılacaksa da bunun kanıtlanması gerektiği yönünde emsal davaların olmasından da yola çıkarak %8’lik zammın geri çekilmesi, en azından enflasyon oranı olan %5’e indirilmesi gerektiği, ikinci olarak, Yüksek Öğretim Kanunu’nun 46. Maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu ve bu nedenle iptali gerektiği, üçüncü olarak da davanın sonuçlanmasının zaman alacağı, ancak bu süreçte okulların kayıtlarının başlayacağı ve kayıt yaptırabilmek için harç ödenmesi zorunlu olduğu için yürütmenin durdurulması gerektiği belirtildi.

Basın toplantısına katılan köşe yazarları ve öğrenci velileri de Genç-Sen’in bu mücadelesine destek verdiklerini, bu açılan davanın çok haklı bir dava olduğunu, öğrencilerin hem haklarını kazanmak adına, hem de bu nasıl yapıldığı belirsiz zamlara son vermek adına çok olumlu bir adım olduğunu söylediler.
http://ogrenciajansi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=291&Itemid=27