Zafer,
Nevzat, Bülent, Aydın..
Orta yaşı
deviren dört güzel insan.
Dördü de
müzisyen.
Ellerindekini
üst seviyede çalan, iyi müzisyenler.
Bu dört
güzel insan, büyük usta Cem Karaca’nın
son üç yılında yol arkadaşlığı yaptılar, arkasında çaldılar.
Şimdi “Cem Karaca’nın Yol Arkadaşları” adıyla
sahne alıyorlar.
Ülkenin
son elli yılının simgelerinden biri Cem
Karaca.
Bas, bas
olduğu kadar buğulu, buğulu olduğu kadar sert mizaçlı sesiyle bu ülkenin yakın
tarihini yazanlardan biri.
“Elleri ak yumuk,
ojeli tırnakları”
ile otomobilini tamirhaneye getiren kadının yüreğine koyduğu ateşi;
“Bir romanda
okumuştum, buna benzer bir şeyi … ne olmuş, nasıl olmuştu aşık olmuştu genç
kız” ümidiyle
harlayan tamirci çırağının, yaşamın gerçeği ile acımasız karşılaşmasını bilmeyenimiz
var mı?
“Ustam geldi, sırtıma
vurdu; unut dedi romanları. İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları”
Levent,
Sanayideki tamirci çırağının yaşadığı yoksulluk orda kalmıyor.
Kapıcı
Kasım’ın kızı Safiye, orta ikiden terk.
Yoksulluk.
Merdiven
sil, servis yap, apartmana göz kulak ol.
Jön Niyazi
ile tanışıp geneleve düşer Safinaz kız.
“Kurtuluş
nerede. Nerede Safinaz?”
“Onbinlerce
Safinaz. Kurtuluş Nerede?”
Parkasıyla
vurulup düşenlerin ağıtı.
Ezilenlerin,
sömürülenlerin feryadı.
Kimi zaman
polisin bile fark edemediği ceviz ağacı hülyası…
“Cem Karaca’nın Yol Arkadaşları”, yoldaşlığın hakkını veriyorlar.
Büyük
Usta’yı hüzünle andık.
Bu koltuk
konserin olduğu salondan.
Niye mi
boş?
Senin
içindi bu koltuk.
Yoktun,
gelmedin, gelemedin..
Bak ne
diyor sana büyük usta;
“Kavganın haklı olanı,
erkek dişi bilmiyor”
“Bütün halk birlik
olmazsa, kavga haklı olmuyor”
İstanbul, 15 Kasım ‘13