3 Ocak 2010 Pazar

Dinamiklerimizi, Dinamitlemek...

Fotoğraftaki ihtiyar amcanın yaşı konusunda bir fikriniz var mı?
Belki yetmiş, belki seksen…

Önündeki sergide, üç-beş parça eşya var.
Tespih, kağıt mendil…
Ederi çok fazla tutmayan sermayesinin hepsi bu.

Arkasındaki yaşlı hanım, ihtiyarın eşi.
Kucağındaki poşetin içinde bir çorba kâsesi var.
Birazdan bir kaşığı kâseye daldıracak, kaşığı dolduracak. Bir parça ekmeği yanına alıp ihtiyarın yanına gelecek ve titreyen dudaklarına kaşığı değdirip onu besleyecek.

Yaşlı hanımın bu meşakkatli besleme yöntemini uygulaması, ihtiyarın kas kontrolünün olmamasından.
Eli-ayağı tutmuyor, sürekli titriyor.
Beslenebilmesi için, gıdanın ağzına kadar getirilmesi gerek.

Ve diğer fotoğraf…
Bir tartının başına oturtulmuş, dokuz-on yaşlarında bir çocuk.
“Karpuz kabuğundan gemiler” yapıp, yüzdürecek yaşta.
Düşler ülkesinin kralı.
Ülkesini yönetiyor o anda, belli.
Eh düşler ülkesinin kralı ya; tartıya müşteri çağırmak krala yakışmaz…

Elli Metre Arayla…
Bu kareler İstanbul’daki büyük bir alışveriş merkezinin elli metre ötesinden.
Eli ayağı tutmayan ihtiyarın, düşler ülkesinin kralı çocuğun üç-beş kuruş para kazanmak için sokakta oldukları bu yerin elli metre ötesindeki devasa binada ise, durum bambaşka.
Alışveriş merkezinin içindeki markette, kasaların önünde poşet yığınları içinde birbirleriyle sıra kavgası yapmaya hazır insan kalabalığı…
Diğer mağazalarda, soyunma kabini sırası bekleyen insanlar.
Telaşlı alışveriş halleri…

Komşumuzu Aç Yatırmamak
2001 yılı krizinin ertesinde Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın düzenlediği, “Yoksulluk ve Aile” konulu II. Aile Şurası’nda, tebliğ sunmak üzere katılımcıydım.
2001 yılının hepimizi yoksullaştıran krizinin sonrasında, yoksulluk ve aile konusundaki dinamikleri, sosyolojik gelişmeleri, sonuçları incelemek üzere çok sayıda bilim adamıyla gerçekleşen bu çalışmada şu tezi ileri sürmüştüm:
2001 ekonomik krizi bu coğrafyada yaşayan insanların büyük çoğunluğunu derinden etkiledi.
İşsizlik, yoksullaşma, küçülme..
Ekonominin olumsuz bütün etkileri derinden hissedildi, olumsuzluğun bir parçası olduk.
Ama eşzamanlı olarak başka bir kıtada, Arjantin’de de yaşanan benzeri ekonomik kriz, iki ülke halklarında farklı sosyolojik tepkileri ortaya çıkardı.
Arjantin’de insanlar sokağa dökülüp her yeri yağmalamaya başladı.
Sosyal barış bozuldu, yoksulluğun pençesindeki insanlar terörize oldu, mal ve can güvenliği ortadan kalktı.
Bizde ise, bırakın yağmacılığı, bir esnafın Başbakanlık önünde yazar kasasını fırlatmasının ötesinde sokak eylemi dahi olmadı.

Sorum şuydu; “Aynı nitelikte ekonomik kriz yaşayan iki ülkede, insanlar neden farklı tepki verdiler?”
Yanıt ve tezim şu olmuştu: Ekonomik krizde, toplumumuzun iç dinamikleri harekete geçti. Akrabalar, komşular birbirleriyle yardımlaştılar. Toplum kendi içinde, açını, açıktakini kolladı, korudu.
Bir de özellikle yerel yönetimlerce harekete geçirilen kurumsal sosyal yardımlaşma süreci, halkımızı sokağa dökmeden, krizin geçip gitmesini kolaylaştırdı.
Yani toplumun geçmişinden gelen müktesebatı, sosyal dinamikleri, o krizde olması gerektiği gibi çalıştı.

Sosyal Dinamik mi, Sosyal Dinamit mi?
Şimdi bir yıldır devam eden ve sadece coğrafyamızı değil, tüm dünyayı etkileyen bir ekonomik krizi yaşıyoruz.
2001 krizi için sorduğumuz soruya, şu anda aynı cevabı verebilmek mümkün mü?
İki fotoğrafın ışığında bu soruya; “sosyal dinamiklerimiz bu krizde de çalışıyor ve insanların birbirini koruması, kollaması, sosyal yardımlaşmamız devam ediyor” diyebilir miyiz?

Aslında Paramız Hiç Yok
Bir radyo programındaydık geçenlerde.
Program sahibi uzun yıllardır tanıştığımız, görüştüğümüz bir dostumuz.
Reklâm arasında sohbetteyiz.
Dostumuz, “geçenlerde” dedi; “bir arkadaşım, birkaç gün sonra geri vermek üzere, benden cüz’i bir miktar borç istedi. Döndüm, dönendim, arkadaşımın istediği cüz’i miktarın cebimde, banka hesaplarımda olmadığını dehşetle gördüm…”

Bu dostumuzun dehşeti, aslında hepimiz için tanıdık.
Çalışıyoruz, kazanıyoruz, maaşlarımız, ücretlerimiz geliyor.
Ama kazançlarımız beklemeksizin, kredi kartı ödemelerimize, bayram-seyran için çektiğimiz tüketici kredilerine, bir öncekinin kredi borcu bittiğinde, hemen yenilediğimiz otomobilimizin kredi taksitlerine gidiyor.
Bir borcumuz bittiğinde, düşünmeksizin yenisine giriyoruz.
Market kasaları önünde, elimizde poşetlerle sıra kavgamız, mağazalarda soyunma kabinleri önündeki bekleyişlerimiz, üç günlük bayram tatili için bir yıl bankaya çalışmak bahasına…
Koca bir ülkeyi kredi kartına teslim etmek bahasına…

“Birinci Vazifen, Kapitalizme Hizmettir”
2001 krizinden farklı olarak, yaşadığımız krize hane halkı borçlu yakalandı.
2001 yılı ertesinde ülkemize akan sıcak para ile ekonomide esen bahar havası, kamu kaynaklarının ve özellikle finans kuruluşlarının sermayelerindeki milliyet değişimi, krizde zorunlu tüketim dışında tüm harcamalarını kısan toplumun kriz sonrasında ertelenmiş isteklerini tatmin için sokağa çıkması, alışverişe yönelmesi ve tabii bu sürecin reklâmlar, bolca dağıtılan kredi kartları ve kredilerle desteklenmesi…

Sonuçta, hane halkının borcu, 120,2 milyar TL. yani, ülkemizin 2010 yılı bütçe büyüklüğünün yarısına denk miktara ulaştı.

Şimdi, yukarıda sorduğumuz soruya vereceğimiz yanıt ortaya çıkıyor; “hayır, sosyal dinamiklerimiz bu krizde çalışmadı, çalışmıyor.” Ortada çalışacak sosyal dinamik kalmadı.

Kredi kartına teslim olmuş, tüketim sarhoşu bir ülkeye dönüştük.
Herkesin bankalara borçlu olduğu, kazandığı ile borcunu ödediği, sonra yaşamak için tekrar borçlandığı bir ülke…
Sosyal dinamiklerinin dinamitlendiği, ihtiyarını, okul yaşındaki çocuğunu üç-beş kuruş kazanmaları için sokağa mecbur eden bir ülke…
Sadaka vermeyi unutan bir ülke…

Sahi, en son ne zaman sadaka verdiniz?..