Hakkında kara para aklama ve vergi kaçırma savı nedeniyle Savcılıkça soruşturma başlatılan bakan görevinden istifa etti.
Son iki günün fırtınası içinde beklediğimiz haber, "nihayet" dedirtecek haber bu olmalıydı.
Yazık ki, istifa eden Bakan; oğlu emrindeki polislerce gözaltına alınan İçişleri Bakanı Muammer Güler ya da diğer iki bakan değil..
Fransa Bütçe Bakanı Jerome Cahuzac hakkında başlatılan soruştuma üzerine, koltuğundan kalktı. Tıpkı beğenmediğimiz İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman gibi, daha bir kaç gün önce Danimarka Kalkınma Bakanı Christian Friis Bach ya da taaa oniki yıl önce Türkiye Cumhuriyeti Bayındırlık Bakanı Koray Aydın gibi..
Gelelim yaşanan fırtınaya;
-Bir iktidarın üç bakanının birinci dereceden yakınları hakkında, yolsuzluk savı ile bir adli soruşturma başlamışsa, bu çok önemli bir durumdur.
-Bu çok önemli durum nedeniyle, demokrasi ikliminde olduğumuz savlanıyorsa, yakınları hakkında soruşturma başlatılan Bakanlar derhal istifa ederek koltuğunu terk etmeli; buna yanaşmıyorlarsa, Bakanların başı olan Başbakan tarafından azledilmelidirler. Siyasi ahlâk, "3Y ile mücadele" sözündeki samimiyet, sadece ve sadece bunu gerektirir.
-Bir an için Ekonomi Bakanı ve Şehircilik Bakanına torpil yapsak bile; oğlu emrindeki polisler tarafından gözaltına alınan İçişleri Bakanının o koltukta hala oturuyor olmasını açıklayabilecek hiçbir siyaset yaklaşımı, hiçbir coğrafyada mümkün değil.
Soruşturmayı yürüten personelin en tepedeki amiri konumundaki İçişleri Bakanı görevinde kaldığı sürece, kamuoyunun soruşturmanın selamet içinde yürüdüğüne dair endişe sahibi olmaması mümkün mü?
Hele ki, sosyal medya üzerinden ısrarla yaptığım(ız) "istifa" davetine yanıt, operasyonun yapıldığı Emniyet Müdürlüğü'nde çalışan beş (mi yedi oldu sanırım) polisin görevdem alınması olarak verilmişse...
-Yaşanan fırtınayı "güçler çarpışması" olarak tanımlayarak, fırtınanın temelindeki vahim savın üzerinin örtülmek istenmesi de, en az Bakanların hala görevde kalmaları kadar sıkıntılı bir durumdur.
-Ortada bir "suç isnadı" var: Yolsuzluk yapılmış, nüfuz ticareti yapılmış kara para aklanmış, rüşvet alınmış...
Kim yapmış?
Bunu yapanların bir belediye başkanı, üç bakanın oğlu, işadamları, kamu çalışanları olduğu savlanıyor.
Sorunu öncelikle bu yönden görerek, nedeni/gerekçesi/amacı/niyeti ilh.. ne olursa olsun; adli bir durumu, siyaset gözlüğü ile açıklamaya kalkmak, eğer bu savlar doğru ise, suça ortak olmaktır.
-Tamam, yaşanan fırtınanın siyaseten tanımlanmaya muhtaç olduğu açıktır. Ancak bu, "bahsi diğer"dir.
Zamanlama, kimin düğmeye bastığı, paralel yapılanma, vs. gibi yaklaşımlar tartışılmalı, ama bu tartışmaların hiçbiri adli bir soruşturmadaki ciddi savların önüne geçmemelidir. Aksi durum, bir adım sonrasında "bizimkilerden ölen yok, haydi dağılabiliriz", "bizimkiler mi yapmış, tamam sorun yok" noktasıdır.
-Şu anda görebildiğimiz iki çıkış yolu var ve bunların ikisi de aynı anda kullanılmak durumunda:
İlki; ismi geçen bakanların derhal kabineden uzaklaştırılması, soruşturmanın selamet içinde yürütüleceğine ilişkin kamuoyu beklentisinin karşılanması ve adli sürecin izlenmesidir.
Siyasete ilişkin diğer çıkış yolu da, Anayasa yapımının rafa kalktığı, bütçe dışında öncelikli ve zorunlu bir çalışmanın takvimde yer almadığı yasama ortamında, varolduğu iddia edilen "derin, paralel" adı her ne ise, yapılanmanın devlet aygıtının bağrından sökülüp atılması için ortaya konulan iddianın, kamuoyunun onayına sunulması, yani yaklaşan yerel seçimlerle birlikte yapılacak bir erken genel seçim kararı almaktır.
Gecikmenin bedelinin çok pahalı ödeneceği açıktır.
Fillerin tepiştiği yerde, ezilenin sadece ve sadece halk olduğunu öğreneli bir kaç yüzyıl oldu.
İstanbul, 19 Aralık '13