24 Haziran 2012 Pazar

"Sözleşmede Hizmet Bedeli Maddelerinin Üzerini Çizin"

Gün geçmiyor ki bankaların kart kullanıcılarından kestikleri ücretlerle ilgili bir haber okumayalım... Kredi kartı aidat ücreti, hesap işletim ücreti, kredi kartı yenileme ücreti, hesap özeti ücreti, nakit çekme ücreti, ortak ATM'den nakit çekme ücreti gibi pek çok işlem adı altında bankalar hesabımızdan para kesmeye devam ediyor. Peki bu para kesintileri yasal mı? Bu para kesintilerine nasıl itiraz edebiliriz? Merak ettiğimiz tüm sorularımızı Tüketiciler Birliği Kurucu Genel Başkanı Av. M.Bülent Deniz ile konuştuk.

Son zamanlarda bankaların kullanıcılardan kestikleri ücretlerle ilgili olarak çok sayıda haber okuyoruz. Kredi kartı aidat ücreti, hesap işletim ücreti, kredi kartı yenileme ücreti, hesap özeti ücreti, nakit çekme ücreti, ortak ATM’den nakit çekme ücreti vb. gibi pek çok konuda kullanıcılardan para kesiyor. Peki bu ücret kesintileri yasal mı?

Bankalar yaptıkları işlemlerle ilgili olarak çok sayıda ücret kesiyorlar ve her gün bunlara bir yenisi daha ekleniyor. Bankaların bilançolarına baktığımız zaman bankaların karlarının çok büyük bölümünün faaliyet dışı gelirler kaleminden geldiğini görüyoruz. Yani bankanın görevi nedir? Parayı almak ve satmak. Satarken elde ettiği kar onun faaliyet geliridir. Faaliyet dışı dediğimiz şey de kart aidatı, ATM’den bakiye sorma ücreti, ekstre ücreti gibi bu tüp hizmetlerden almış olduğu paralardır. Baktığınızda bankaların bu tip kalemlerden elde ettiği gelirler, bankacılık faaliyeti yaparak elde ettiği gelirden kat be kat fazla. Basit bir örnek verelim, 50 milyon tane kredi kartı var Türkiye’de, her birinden ortalama 50 TL aidat ücreti alındığı zaman 2,5 katrilyon civarında bir para yapıyor. Çok yüksek bir para bu. Öte yandan 35-40 milyona yakın vadesiz mevduat hesabı var. Yine her birinden 20-60 TL arasında hesap işletim ücreti adı altında para alıyorlar. Bir de geçenlerde çıktı, hareketsizlik bedeli diye, hesabınızı hiç kullanmıyorsunuz ama işlemsizlik bedeli adı altında 2-3 TL gibi bir para almaya başlamışlar.

BDDK’nın bu konuda bir düzenleme yapması beklenirdi
Bankaların almış olduğu bu paralar vatandaşın çok uzun zamandan beri tepkisine neden oluyor. 2007 yılında ben kredi kartı ile ilgili ilk davayı açarken bu işin yasal ve hukuka uygun olmadığını ifade ederek giriştim bu sürece. Nitekim bizim bu girişimimizden sonra çok sayıda Tüketici Sorunları Hakem Heyeti kararları, Tüketici Mahkemesi kararları ve Yargıtay 13. Hukuk Dairesi kararları çıktı. Ve büyük çoğunluğu tüketicinin bu konuda haklı olduğu kart aidatı, vadesiz hesap işletim ücreti gibi gerekli gereksiz birçok hizmet bedelinin tüketiciye iadesine karar verildi. Tabi burada beklenen şuydu, yüz binlerce insanın, benim tahminime göre 700-800 bin tüketici bu yönde hakkını arayarak parasını iade aldı. En son geçmişe doğru 10 yıllık kart aidatının alınması yönelik bir karar çıktı. Türkiye’de maalesef toplu tüketimin ya da çok sayıda tüketicinin olduğu alanlarda hukukun yetersizliği veya yasama organının ilgisizliği söz konusu. Çünkü milyonlarca kredi kartı kullanıcısı veya banka hesap sahibinin bu yöndeki tepkisi, 700-800 bin kişinin elde etmiş olduğu mahkeme kararı varken beklenen o ki, alınmış alınan o kararlardaki tepki gözetilerek Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) bankalara bir genelge göndererek, bu tip hizmet bedellerinin alınmaması yönünde bir karar alması. Eğer bu mümkün değilse, yasama organı meclisin harekete geçip kart aidatı alınıp alınmayacağına ilişkin bir düzenleme yapması beklenir.

Mahkemede alınan kararlar emsal oluyor ama bağlayıcı değil
Çünkü alınan kararlar karar sahibi ile ilgili bankayı bağlamaktadır. Yani Ahmet’in almış olduğu karar, paramı iade almak istediğimde bana yarar sağlamıyor. Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’ne müracaat etmek zorunda kalıyorum, arkasından mahkemeye gitmek zorunda kalıyorum. Karar bir başkası için emsal oluyor ama bağlayıcı hale ne yazık ki gelemiyor. Bu da adliye için yeni bir iş yükü, tüketiciler için de ne yazık ki gereksiz bir mesai anlamına geliyor. Bunun önüne geçilmesi gerekirdi. Kaldı ki bir karar bir başkası için bağlayıcı olmadığı gibi, mesela 2012 aidatı için ben dava açıyorum, paramı iade alıyorum ama 2013 yılı için aynı banka yine benden yeni bir aidat talebinde bulunuyor. Ben yine gidip dava açmak zorunda kalıyorum. Tüketiciyi yoran, bir süre sonra bıktıran bir süreç haline dönüşüyor.

Bankalarla çalışmak kayıt dışı ekonomiyi önler
Burada bankaların bankacılık faaliyetini finanse ettikleri, zaten kar ettikleri gözetilerek bu yöndeki komisyon vs. gibi hizmet bedellerini hiç almamaları gibi Türk kamuoyunun bir beklentisi var. Bu sağlanmadığı sürece bankalarla tüketici arasındaki mesafe maalesef kapanmayacaktır. Oysa ki tüketicilerin bankalarda çalışıyor olmasının devlet açısından çok büyük bir faydası var. Çok uzun zamandan beri kayıt dışı ekonomiyle mücadele ediyoruz ve bu bir devlet politikası haline geldi. Dolayısıyla para hareketlerinin bankalar üzerinden yapılmasında çok ciddi yarar var. Bankalar üzerinden para hareketleri daha rahat denetlenebildiği için vergisiz kazancın tespiti çok daha kolay. Vatandaş şimdi korkuyor. Bankaya gidip bir hesap açtığı zaman arkasından pat diye hemen 20-30 TL hesap işletim ücreti adı altında para kesilecek. Dolayısıyla birçok kişinin -ben yakinen biliyorum- bankalarla hiç ilişkiye geçmemek yönünde temel tercihleri var. Bu da devletin kayıt dışı ekonomiyle mücadele politikasına aykırı.

Bankalara şikayetinizi sözlü değil, yazılı olarak dile getirin
Bankanın bizden kestiği paraya itiraz etmek istersek nasıl bir yol izlememiz gerekir?

Bankalarla çalışmamak mümkün değil, cebimize kredi kartı koymamak mümkün değil, bankada özellikle maaşlı kesim için hesap sahibi olmamak mümkün değil. Bankanın haksız olduğunu düşündüğümüz bu yöndeki hizmet bedelleri talebi varsa, bir kere bu bedelleri ödeyeceğiz. Çünkü bizim yapacağımız itiraz başvuruları bedelin ödenmesini durdurmayacak. Daha sonra faiz, temerrüt gibi durumlar söz konusu olmaması için bizden talep edilen ödeme tarihini, talep edilen miktarı ödemeliyiz. Ama bu ödemeyi yaparken veya yaptıktan sonra bankaya yazılı olarak başvurulmalıdır. Genelde tüketiciler şubeye gidip sözlü olarak veya müşteri hizmetlerini arayarak telefonda dertlerini anlatmaya çalışıyorlar. Bunların hukuki bir kıymeti yoktur. Tüketici yazılı bir iadeli taahhütlü mektupla alınan bedelin iadesini talep etmelidir. Banka bu mektuba rağmen parayı iade etmez veya etmeyeceğini ifade etmez, size cevap vermez ise tüketici bulunduğu ilçedeki kaymakamlıklardaki Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’ne müracaat ederek bu yöndeki başvurusunu ücretsiz olarak yapabilir. Buna ilişkin dilekçe örneklerini ben internet sitesinde adım adım yayınlıyorum. mbulentdeniz.blogspot.com adresinde ‘3 Adımda Kredi Kartı Aidatını Geri Alma Yolları’ başlıklı linkten hem dilekçe örnekleri hem de tüketicinin nereye nasıl başvuracağını detaylı olarak açıklıyoruz.

Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri 3 ay içinde karar vermek zorunda
İnsanlar genelde itiraz sürecinin uzun olması ve bir sonuç alınamayacağı düşüncesiyle şikayet hakkını kullanmak istemiyor. Kart kullanıcıları bu konuda ne kadar sürede bir sonuç alabilir?

Bu sürecin çok uzun sürdüğüne ilişkin kamuoyunda yanlış bir kanaat var. Bu yanlış çünkü yasa gereği kaymakamlarda başvurduğumuz Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri en geç 3 ay içinde karar vermek zorundalar zaten. Yani bizim başvurumuz üzerinden posta ve yazışmaları dikkate alırsak yaklaşık 4 aylık zaman içerisinde en geç kararın çıkmış olması lazım. Çıkan karar bankanın aleyhineyse banka Tüketici Mahkemesi’ne bir dava açabilir, o itiraz hakkı yasa gereği kendisine verilmiştir ama kararın hakem heyetlerinden çıkma süreci 4 ay gibi kısa bir süredir. Çok daha önemlisi tüketici bütün bunları yaparken sadece iadeli taahhütlü bir mektup pulu için vermiş olduğu 2 ya da 3 TL’nin dışında herhangi bir başvuru ücreti, harç veya posta masrafı ödemiyor, ücretsizdir.

Bankalar internet bankacılığından para alırlarsa bindikleri dalı kesmiş olurlar
Geçtiğimiz günlerde internet bankacılığını kullanan kullanıcılardan her girişte belli bir ücret alınacağı haberlerini okuduk. Peki bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Bu çok saçma sapan bir düşünce. Hatta bu internet bankacılığını kullanan tüketicilere her seferinde oluşturulan şifre SMS ile gönderiliyor biliyorsunuz. SMS başına para alınacağı söylendi. Bir kere bankalar bunu yaparlarsa bindikleri dalı keserler. Çünkü bankalar mümkün mertebe internet bankacılığını yaygınlaştırmak, şube ve personelden tasarruf etme ihtiyacındalar. Bankaya bunu sağlayacak olan tüketiciye bunu sağladığı için ödül verilmesi gerekirken, sana SMS’le şifre gönderdiğim için bana her girdiğinde para ödeyeceksin gibi saçma sapan bir uygulamayı bankaların yapacaklarını zannetmiyorum. Böyle garip fikirleri dönem dönem kamuoyunun önüne atıyorlar, gelen tepki üzerine de uygulamaya koymuyorlar. SMS’le şifre gönderme parası alacağız diye birkaç ay önce bankalardan açıklama yapıldı. Ben tepki göstermiş ve dava açacağını söylemiştim. Hala benden SMS parası almalarını bekliyorum. Alsınlar da gideyim dava açayım. Uygulamaya koyamadılar.

Sözleşmede hizmet bedeli maddelerinin üstünü çizin
Bazı bankalar kredi kartı kart aidatı yerine kredi kartı hizmet bedeli gibi başka kavramları kullanarak yine kullanıcılardan para almaya devam ediyorlar. Bu konuda kullanıcıların bankalarla sözleşme imzalarken nelere dikkat etmelerini önerirsiniz?

Bir kere kredi kartına ilişkin sözleşme imzalarken kart aidatı, kart bedeli, yıllık kart ücreti veya hizmet bedeli diye değişik adlar altında para alınabileceğini içeren maddeleri tüketici sözleşmede bulmalı. O maddenin üzerini çizmeli ve o çizgisinin üzerini imzalamalı. Aynı şekilde kendisinde kalacak nüshada da personelin imzasını talep etmelidir. Banka sözleşmeyi bu şekilde yapmaz ve yapılmasına müsaade etmezse tüketicinin yapacağı şey çok basittir, hiç o kredi kartını almamalı, yandaki bankaya girerek aidat ödemeyeceği bir kredi kartını edinebilecek sözleşmeyi imzalamalıdır. Tüketici tüketimden gelen gücünü, tercihteki avantajını doğru şekilde kullanırsa ne kart aidatı öder ne de aidat ödediği için Tüketici Mahkemeleri’ne başvurmak zorunda kalır.

Peki bankanın tüketiciye haber vermeden hesabından para kesmesi yasal mı? Kullanıcı bu paranın iadesini talep edebilir mi?
Bankalar kendi alacakları için hesaplardan para tahsil edebileceklerine ilişkin yetkiyi ilk hesap açmaya gittiğimizde imzaladığımız sözleşmede zaten alıyorlar. Bunun önüne geçilebilecek bir şey yok. Sözleşme iki kişi arasındadır, serbest iradeleriyle yapıldığı varsayılır. Biz bankaya sözleşmeyi imzalarken kendi alacağı için bizim hesabımızdan para çekebileceği yetkisini veriyoruz. Tüketici böyle bir yetkiyi vermek istemiyorsa sözleşme yaparken bu konudaki hükmü de iptal etmeli, üstünü çizmeli. Ama bu yetki verilmişse yapacak bir şey yok. Kart aidatı gibi talep edilen para iade, yargıda münakaşa edilebilecek haksız bir paraysa tüketici bu ödemeyi yaptıktan ya da hesabından çekildikten sonra başvuru hakkını kullanacak. Ama banka tüketiciye kredi kullandırmış, kredisinin taksidini kalkmış hesabından çekmiş gibi haklı alacaklar gibi bu konuda tüketicinin yapabileceği hiçbir şey de yok.

21 Haziran 2012
Gizem Gül

23 Haziran 2012 Cumartesi

Polis Dayağı Devam Ediyor

22.06.2012 tarihinde Avcılar, Üniversite Mahallesi Karanfil Sokaktaki işyerlerinin önünde Yunuslar olarak bilinen Motosikletli Polis Memurları tarafından darp edildiklerini, ağır hakaret ve tehditlere maruz kaldıklarını belirtilen üç kişinin yardım isteği derneğimize ulaşmış, bunun üzerine derneğimiz Hukuk Koordinatörü Av. Arife Gökkaya Dinç ve gönüllü avukatlarından Av. M. Bülent Deniz ve üyemiz Murat Çelik karakol ve adliyeye giderek hukuki destek ve yardımda bulunmuştur.
Ahmet Aslı, ablası Çiğdem Akagündüz ve eşi Erbil Akagündüz’ün polis memurlarından şiddet gördüğünü belirten baba İsmet Aslı’nın bu iddiaları üzerine, avukatlar tarafından Küçükçekmece Savcılığından kamera görüntülerinin muhafazası ve doktora sevki talep edilmiştir.

Akabinde ise baba İsmet Aslı, Yunuslar tarafından darp edilen Ahmet Aslı, Çiğdem Akagündüz ve Erbil Akagündüz ile gözaltında bulundukları Firuzköy Şehit Ilgaz Aykutlu Polis Merkezinde görüşülmüştür.

Görüşme sırasında tespit edilenler;
• Erbil Akagündüz’ün sağ kaşında sargı olduğu görülmüş, kendi isteği ile sargısı açıldığında 6 adet dikiş olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca her iki gözünün kan topladığı, sırtında ve kollarında çizikler olduğu görülmüştür.
• Çiğdem Akagündüz’ün ise kıyafetindeki kan lekeleri ve sol bileğinde ısırık izleri (polis tarafından yapıldığını belirtiyor) görülmüştür.
• Ahmet Aslı’nın ise, üzerindeki gömleğin olmadığı (darp sırasında yırtılmış ve kanlı olduğu için attıklarını belirtiyor), sol yanağı ve gözünde morluklar, sol şakağında şişlik, sağ üç parmağının kanlı ve şişik olduğu kıpırdatamadığı gözlemlenmiş, sol omzunda ise sıyrıklar görülmüştür.
 
Ahmet Aslı, Çiğdem Akagündüz ve Erbil Akagündüz’ün ve 22.06.2012 tarihi saat 12.30 ‘da gerçekleşen olaya şahitlik edenlerin anlatımlarından, Motosikletli İlyas Atamaz (48735), Ahmet Uçar(48736), Erkan Ceylan(48737), Mehmet Gümüş(48735), Göktürk Şengül(48736) ve Mustafa Küçükaltay(48737) isimli polis memurlarının Ahmet Aslı’yı arkadaşıyla birlikte işyerinin önündeki arabanın içinde bulundukları sırada kimlik kontrolü için dışarı çıkarttıkları, suç isnadını ya da yaptıkları işlemi izah etmeden kelepçe takmaya çalıştıkları, polis memuruna suçlarının ne olduğunu soran Ahmet Aslı’ya ‘lan’lı sözlerle memura yakışmayacak şekilde davrandıkları, tavırlarını daha da sertleştirerek hakaret ettikleri, sesleri duyan ve Ahmet Aslı’nın ablası Çiğdem Akagündüz ve Eniştesi Erbil Akagündüz’ün de olay yerine geldiği anlaşılmıştır.

Şahıslar, Ahmet Aslı’ya yumruk atan bir polis memurunun yere yatırarak biber gazı sıktığını, elini ayakları ile çiğnediklerini, ellerini kelepçelendiğini bu sırada Çiğdem Akagündüz’ün ittirilerek yere düştüğünü, eşine ve kayınbiraderine ‘vurmayın’ diyen Erbil Akagündüz’ün feci şekilde darp edilerek kaşından ve çeşitli yerlerinden yaralandığını, polis memurlarının bu muamelelerine tanıklık eden vatandaşların tepki göstermesi üzerine ‘bunlar PKK’lıdır, teröristtir’ diyerek sövgü ve hakarete uğradıklarını, kendilerinin polislere karşı hakaret ve mukavemetlerinin olmadığını, zaten çok kalabalık olan ve daha sonra başka ekiplerin gelmesi ile sayıları iyice artan polislere karşı mukavemetin de mümkün olmadığını anlatmışlardır.

Şahıslar Görevli memura mukavemet suçundan haklarında yapılan işlemler tamamlandıktan sonra serbest bırakılmıştır.

Darp edilen şahısları endişelendiren durum ise; Kardeşleri Osman Aslının 2009 yılında terhis için izne geldiği sırada Yunuslar tarafından alınarak Firuzköy Şehit Ilgaz Aykutlu Polis Merkezine getirildikten2-3 saat sonra intihar ettiği gerekçesiyle cesedinin ailesine teslim edilmiş olmasıdır. Söz konusu ölüm olayı hakkındaki şüpheler tam olarak giderilmemiş, dönemin polis memurları sadece ‘görevi ihmal’ suçlaması ile çok hafif cezalara çarptırılmıştır. Dava temyiz aşamasındadır.

Böylesine elim bir olayı yaşayan ailenin aynı şeyleri tekrar yaşıyor olması son derece vahim ve isyan ettirici niteliktedir.

Valinin ‘münferit olaydır’ açıklamasının üzerinden henüz saatler geçmişken, ailenin acısı henüz dinmemişken İstanbul Polisi son günlerde adeta terör estirmektedir. “Önleme araması” adı altında, trafikte kısacası her yerde insanı darp edebilmekte eylemi için en ufak bir sorumluluk duymamaktadır. Çünkü yapılan hukuka aykırılık, polisin işlediği suç hep cezasız kalmıştır. Üstelik bu tür olaylarda ağır yaralanan hep vatandaşlar olmasına rağmen mağdur ‘memura direnme ya da görevini engelleme’ suçundan yargılanmış ve hüküm giymiştir. Bu olayda da benzer uygulamaları hep birlikte göreceğiz.

Cezasız kalan her insanlık dışı muamele bir sonrakinin işlenmesini garantilemektedir.

MAZLUMDER olarak insanlık dışı muamelenin, işkencenin, hakaret ve tehditlerin cezasız kalmaması ve mağdurun zulme uğramaması için gerekli ihbarları yapacağımızı ve olayı tüm süreçleriyle takip edeceğimizi kamuoyuna saygı ile açıklarız.

MAZLUMDER İstanbul Şubesi

20 Haziran 2012 Çarşamba

“Döncezz Biz Size…”

Sanıyorum, Beyazıt Öztürk, TV. şovunda bolca kullanmıştı bu cümleyi; “döncem ben sana…”
Bir on yıl oldu mu popüler kültüre, “döncem ben sana” cümlesinin yerleşmesi?..
Telefon çalınca, kaldırıp çok meşgul olduğunu belirtmek için mi, başka nedenle mi bilinmez; “dönücem ben sana” deyip telefonu kapatmak, “nasıl dönücen” saptaması başta olmak üzere, epeyi espri malzemesi üretti.

Şimdilerde bir okurumuzun başı bu cümle ile dertte.
D-Smart Net firmasından ADSL hizmeti satın alan bir okurumuz, aldığı hizmeti sonlandırmak, hukuki deyişle ADSL hizmetini sunan firma ile arasındaki sözleşmeyi feshetmek, sonlandırmak istemiş.

Bu isteğini gerçekleştirmek için sarılmış telefona. Hemen her konu için kendisini arayan müşteri hizmetlerinin “444”lü hattından ulaşmış firmaya…
Meramını, yani ADSL hizmeti almak istemediğini, hizmetin durdurulmasını, fatura kesilmemesi gerektiğini bir güzel anlatmış.
Bu toprakların evlâdı, meramını anlatmayı başarabilen, üniversite eğitimi almış biri olarak, isteğinin yerine getirilmesini bekleyen okurumuza verilen cevap “döncezz biz size” olmuş.

D-Smart Net, Bir Türlü “Dönmüyor”
Vardır bir hikmeti diyerek peki deyip beklemeye koyulan okurumuza “dönen-mönen” olmayınca, tekrar tekrar “444”lü numarayı aramaya başlamış.
Sözleşmeyi sona erdirmek isteğini büyük bir sabırla, tekrar tekrar anlatan okurumuza verilen yanıt hiç değişmemiş: “döncezz biz size...”

Sadece Satarken Yetkiliyiz
28 Mayıs tarihinden bu yana, satın almış olduğu ADSL hizmetini sonlandırmak için çabalayan okurumuz, müşteri hizmetlerine nereden akıl ettiyse faks çekmiş. Ancak bu faksa da tepki alamayınca, soluğu hizmeti veren firmanın yetkili bayisinde almış.

Hizmeti satın alırken işlemlerini yapan, sözleşmesini hazırlayıp imza ettiren bayi, bu kez sözleşme iptali için yetkili olmadığını, sözleşmenin iptalinin ancak “444”lü numaraları arayarak yapabileceğini anlatmış durmuş.
“Ben orayı 15 gündür aryorum, sözleşmeyi iptal ettiremedim, hala ADSL bağlantısı var, hizmeti vermeye devam ettiriyorlar” feryadı da, okurumuzun amacına ulaşmasını sağlamamış.

Hukuk Hazretleri ne Diyor?
Şimdi hukuki durumumuza bir bakalım;

Bu yönetmeliğin Fesih ve fesihte takip edilecek usul başlığını taşıyan 18. maddesi der ki;

Aboneler yazılı olarak bildirmek kaydıyla aboneliklerini her zaman
sona erdirebilir. Aboneler, abonelik sözleşmelerini feshetmek istedikleri takdirde bu taleplerini;
a)İşletmeciye ya da adına abonelik sözleşmesi yapmaya yetkili temsilcisine yazılı olarak,
b)İşletmecinin müşteri hizmetleri tarafından kayıt altına alınan sesli kayıt sistemi üzerinden,
c)İşletmecinin internet sitesi üzerinden daha önce belirlenmiş şifre ve benzeri güvenli yöntemler veya
ç)Kurum tarafından belirlenecek diğer yöntemler ile bildirirler.

Buradan anlaşıldığı kadarıyla D-Smart Net firmasından, ADSL hizmeti alan okurumuzun, sözleşmesini iptal ettirmesi için; firmanın “444”lü hattını araması veya firmanın yetkili bayisine yazılı olarak bildirmesi ya da firmanın http://www.dsmartnet.com.tr  adresindeki internet sitesinden bu bildirimde bulunması yeterli.

Dönme, Sözleşmeyi İptal Et!
Bunları yapan okurumuza, “döncezz biz size” diye bir yanıt verilmesi ise söz konusu değil.
Ya ne olacakmış?
Yönetmeliğin aynı maddesinin devamında, ne olacağı da yazılmış:

Aboneye sunulan hizmet, bildirimin yapıldığı andan itibaren yirmi dört saat içinde durdurulur. Hizmetin bu süre içinde durdurulmaması sebebiyle abone sorumlu tutulamaz.
İşletmeci, abonenin aboneliğe son verme yönündeki yazılı talebinin kendisine ulaşmasından itibaren en geç kırk sekiz saat içinde fesih işlemini gerçekleştirmek ve talebi takip eden yedi gün içerisinde abonelik sözleşmesinin feshedildiğini, abonenin talebine bağlı olmaksızın aboneye yazılı olarak bildirmekle yükümlüdür.

Bir farkla, “444”lü hattı arayarak veya internet üzerinden sözleşmeyi feshetmek isteyen abonelerin 10 gün içinde firmaya veya yetkili bayisine yazılı olarak bildirimde bulunarak, iptal işlemini gerçekleştirmesi gerekiyor.

Sanki Katolik Nikâhı
D-Smart Net firmasının, müşterilerine özel bir ilgisi ve sevgisi mi var, bilinmez; ama şurası gerçek ki, abone ile elektronik haberleşme hizmeti sunan firma arasında bir Katolik nikâhı yok.
Yani abone canı istediği zaman sözleşmeyi sonlandırabilir.
Yeter ki, canınız istesin…

Dipnot: 28 Mayıs tarihinden bu yana ADSL hizmet sözleşmesini iptal ettirmeye çalışan okurumuz, bu makalenin yazıldığı 15 Haziran tarihinde dahi amacına ulaşabilmiş değil. D-Smart Net firmasının yetkilileri bizimle iletişim kurarlarsa, okurumuzun bilgilerini kendileri ile paylaşır ve hatta varsa bir yanıtları, köşemizde de yayınlarız.

Bu makale,17 Haziran 2012 tarihinde, ekonomigundemi.com portalının, http://ekonomigundemi.com/yazar/%E2%80%9CDoncezz-Biz-Size%E2%80%A6%E2%80%9D/1944 linkinde yayınlanmıştır.

“CEDAW Sözleşmesi Yeni Bir Sömürge Sistemidir”

MAZLUMDER İstanbul Şubesi, Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi Rektörü ve Hukuk Profesörü Zaleha Kamaruddin ile 17 Haziran Pazar günü “İslam Hukuku ve Modern Hukukun Harmonisi: Malezya Örneği” konulu bir seminer gerçekleştirdi.

MAZLUMDER İstanbul Şube Eski Başkanı ve Mütevelli Heyeti Üyesi Av. İ. Şadi Çarsancaklı ve MAZLUMDER Hukuki Yardım Merkezi Eski Başkanı Av. M. Bülent Deniz’in müzakereci olduğu program, Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Zeynep Büyükcoşkun’un açılış ve selamlama konuşması ile başladı. Büyükcoşkun Zaleha Kamaruddin ile ilgili kısa bir bilgilendirme de yaptıktan sonra Av. M. Bülent Deniz bir konuşma yaptı.

Av. M. Bülent Deniz çok hukuklu bir ortamda farklı hukuk sistemlerinin bir arada bulunabilmesinin temel isteklerden biri olmasının yanında Malezya’nın ilginç bir örneklik olduğunu ifade etti. Hukuk alanında Türkiye’de uzun süredir bir arayış olduğunu, toplumda yükselen bazı taleplerin kimi zaman geriye çekildiği, kimi zaman bastırıldığı bir coğrafyayı paylaştıklarını söyleyen Deniz, “Bugün insanların kendi seçtikleri hukukun uygulanmasına yönelik toplumsal talebin elle tutulur bir hale de geldiği bir dönemdeyiz. Bu sebeple Malezya örnekliği bizim için çok önemli. Osmanlı’da çok hukukluluk uygulanabiliyordu, aslında biz bu deneyimi geçmişimizde yaşadık ancak bu gelenek bize unutturuldu” dedi.

Av. İ. Şadi Çarsancaklı ise konuşmasına MAZLUMDER hakkında kısa bir bilgilendirme yaparak başladı. Çarşancaklı şunları söyledi: “Biz bir imparatorluktan bir ulus devlete geçtik, ama hukukun üstünlüğünün var olduğu, insan haklarının mücessem olduğu bir hukuk düzeninde yaşama arzusu insanlık boyunca devam eden bir süreçtir. Bizim aradığımız hukuk düzeninin bir başka ülkede uygulanıyor olması incelemeye değer bir deneyimdir”.

Daha sonra konuşan Prof. Zaleha Kamaruddin Malezya’da öğrencileriyle modern hukuk üzerinde nelerin değiştirilmesi gerektiği konusunda müzakereler yaptıklarını söyledi. Kamaruddin, “Bizim anayasamıza göre İslam ülkenin resmi dinidir. Malezya’da din devletin elinde ve sorumluluğu altındadır. Bu sebeple bazı sıkıntılar yaşıyoruz. Mesela Malezya’da yeterli çalışmalar yapılmadığı için insanlar İslam Hukuku konusunda yeterli bilgiye sahip değildir. Biz, şeriat kanunlarını ülkemizde uygulayabilmek için çalışmalar yürütüyoruz. Geçen sene İslami hukuk sisteminin Malezya hukuk sistemine nasıl uyarlanabileceği hususunda çalışmalar yaptık ve gördük ki birçok kişi şeriatı istemiyor. Bunun bilgi eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyoruz. İnsanlar şeriatı sadece el kesmek olarak algılıyorlar. Çalışmalarımızı yaparken hükümet ve medya ile irtibat halindeyiz. Bu güne kadar anayasada bazı değişiklikler yaparak düzenlemeler gerçekleştirmeyi başardık” dedi.

CEDAW Sözleşmesi’nden de bahseden Kamaruddin, bu sözleşmeye imza atan ülkelerin büyük çoğunluğunun Müslüman ülkeler olduğunu, sözleşmede insan haklarını korumak için bazı olumlu maddelerin yer aldığını ancak örneğin 5. Madde gibi toplumdaki kadın ve erkeğe yönelik geleneksel rolleri saymayan, erkek ve kadının sosyal ve kültürel davranışlarını düzenleyen maddelerin sorunlu olduğunu ifade etti. Kamaruddin, “Bu madde Malezya’ya da Türkiye’ye de uymayan bir maddedir. Yine 16. Madde kadınların kadınlarla evlenebilmelerini serbest kılan bir maddedir. Buna benzer İslamiyet’e uymayan başka maddeler de vardır CEDAW’da. CEDAW Sözleşmesi yeni bir sömürge sistemidir. Yani bu sözleşme, seküler dayatmaları ile adeta bir ülkenin insanlarını yasama yoluyla sömürmektedir” dedi.

Malezya’da kadınlara verilen haklar konusunda gelişmeler kaydedildiğini söyleyen Zaleha Kamaruddin, Malezya’nın pek çok kanununu Uluslararası İnsan Hakları kanunu ile uyumlu hale getirmek vizyonuyla yürürlüğe koyduğunu, böylece Malezya’daki kadınların hakları ve haysiyetlerinin korunduğunu, kalkınma sürecine de kadınların katkıda bulunmalarının sağlandığını belirtti. Kamaruddin, Bazı kanunların üzerinde düzenlemeler yapabilmek için STK’ların da dahil olduğu komisyonlar kurduklarını söyledi.

Av. İ. Şadi Çarsancaklı’nın çok hukuklulukta kavramsal sorunu nasıl çözdükleri konusundaki sorusuna Kamaruddin şu şekilde cevap verdi: “İnsan haklarından bahsettiğimizde sorumluluk kavramını da düşünmemiz gerekiyor, haklar vardır ama sorumluluklar da vardır. Biz bu dengeyi sağlayabilmek için Üniversitemizde Malezya’nın en büyük hukuk fakültesini kurduk, başarılı Hukukçular yetiştiriyoruz. Mezunlarımız Malezya’da birçok önemli noktada vazifeler aldılar. Malezya’da Müslümanlar İslam Hukukuna, Müslüman olmayanlar da modern hukuk kurallarına tabi oluyorlar. Malezya’da şuan için İslam hukukunun daha çok Aile Hukuku konusunda uygulandığını söyleyebiliriz. İslam hukukunu zamanla hukukun her alanına yerleştirmeye çalışıyoruz”.

Son olarak kapanış konuşmasını MAZLUMDER İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar yaptı. Sarıyaşar konuşmasında şunları söyledi: “Paylaştığımız tecrübe, Adem ile başlayan insanlık serüveninin Kabil ile başlayan vahyi düzenin bozulması, vahyin elçileri ve onlara uyan akil insanların da bu düzeni düzeltmeye çalışmasıdır. Yani insanlık tecrübesidir. Hukuk, adaletin ikamesi için bir araçtır. Vahyin şekillendirdiği İslam hukuku, toplumsal yaşamı düzenleyici nitelikler taşımaktadır. İnsan hakları konusu gibi hukuk konusunda da Medine vesikası ile gerçekleştirilen peygamber örnekliğinden yola çıkarak kendi kültürümüze göre insan fıtratına uygun bir hukuk sistemi gerçekleştirmeliyiz. Malezya tecrübesi bizim önümüzde olumlu bir tecrübe olarak duruyor. Bizlerin insan hakları ve özgürlük kavramımız sorumluluktan ayrı düşünülemez. Bu bağlamda hem Malezya’da yapılan çalışmalar, hem de MAZLUMDER’in çalışmaları medeniyet inşasına bir katkıdır”.

Program katılımcıların sorularını cevaplandırılması ile son buldu.

MAZLUMDER İstanbul Şubesi Basın Bürosu

17 Haziran 2012 Pazar

İslam Hukuku ve Modern Hukukun Harmonisi: Malezya Örnekliği

SEMİNERE DAVET

"İslam Hukuku ve Modern Hukukun Harmonisi: Malezya Örnekliği"
MAZLUMDER İstanbul Şubesi olarak Sosyal bir etkinlik için Türkiye'ye gelen Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi Rektörü ve Hukuk Profesörü Zaleha Kamaruddin ile "İslam Hukuku ve Modern Hukukun Harmonisi: Malezya Örneği" konulu bir seminer gerçekleştiriyoruz. 

Seminerde MAZLUMDER İstanbul Şube Eski Başkanı ve Mütevelli Heyeti Üyesi Av. İ. Şadi Çarsancaklı ve MAZLUMDER Hukuki Yardım Merkezi Eski Başkanı Av. M. Bülent Deniz, konuğumuz ile Karşılaştırmalı Hukuk ve Malezya'da Özel Hukuk alanında tercih edilen İslam Hukuku ile ilgili sistemi konuşacaklar.
Tüm üye ve gönüllülerimiz davetlidir.
MAZLUMDER İstanbul Şubesi
Tarih: 17 Haziran Pazar
Saat:17.00 - 19.00
Yer: İnsan ve Medeniyet Hareketi - Eyüp Merkez Mahallesi, Silahtarağa Cad. No:12, Eyüp
Tel: 0212 501 31 71
PROF. DR. ZALEHA KAMARUDDIN KİMDİR?
Prof. Dato' Sri Dr. Zaleha Kamaruddin lisans eğitimini Malaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde, Yüksek Lisans eğitimini Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi'nde Karşılaştırmalı Hukuk alanında, ileri diplomasını İslam Hukuku ve Uygulamaları alanında, Doktorasını da Londra Üniversitesi'nde Karşılaştırmalı Hukuk alanında tamamlamıştır. 1986'da Malaya Yüksek Mahkemesi'nde avukat ve dava vekilliği görevlerine atanmıştır. Şuanda rektör olarak görev yaptığı Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi'nde 27 yıldan fazla süredir çeşitli görevlerle hizmet vermiştir. Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi'ne rektör olarak seçilmeden önce aynı üniversitenin Hukuk Fakültesi'nde dekanlık ve Malezya İslam Anlayışı Enstitüsü'nde Genel Müdür Yardımcılığı yapmıştır.
Prof. Dr. Zaleha Kamaruddin Malezya Başbakanlık Diyanet İşleri bünyesinde İslam Hukuku ve Sivil Hukuk'ta Teknik Komite üyesidir ve Milli Din İşleri Konsili'nde de seçilmiş üyedir. Kendisi ayrıca Aile Hukuku uzmanı olarak Kadın, Aile ve Toplum Gelişme Bakanlığı tarafından da Milli Kadın Danışma Konsili'ne konsil üyesi olarak, NAM Kadın Güçlendirme Enstitüsüne de teknik kurul üyesi olarak atanmıştır. 2008 de Birleşmiş Milletler Gelişim Programı bünyesinde çalışmış, 2009'da Lordlar Kamarasında tebliğ sunmak üzere misafir edilmiştir.
Aile hukuku, çocuk hakları ve kadın hakları üzerine yayınlanmış 20 kadar kitabı, 200 den fazla makalesi bulunmaktadır.

3 Haziran 2012 Pazar

TT Arena Çimlerinde Retorik...

Merak etmeyin, bu makalede yazacaklarımla Galatasaray’ın borsadaki hisse senetlerinin fiyatı üzerinde etkim olmayacak.
Ümidim, belki toplumun muhalefet tarafında olanlarının, dahası sivil toplum örgütlerinin kulağına kar suyu kaçırabilmekte…

Soru şu; son bir-iki yıldır, 1 Mayıs’lar dışında bir araya gelen, bir şeyler söyleyen, iddia eden, haykıran insanların sayısı birkaç elin parmaklarını geçiyor mu?
Onlarca konuda, onlarca konudan rahatsız olan onlarca muhalefet grubu, dernek, örgüt, hatta siyasi parti mensuplarının yaptıkları eylemlere, basın açıklamalarına, imza kampanyalarına, protestolarına kaç kişi katılıyor?
Hepsini geçin, toplumsal sözleşmemiz olan Anayasa yeniden yazılırken, ülkenin dört bir yanındaki toplantılara kaç kişi gidip ne istediğini söylüyor?

Sokaklar Boş
Sivil toplum hareketliliğini yakında izleyen biri olarak net olarak iddia ediyorum ki, son genel seçimlerden bu yana, sokakta toplanan insan sayısı elliyi, (hadi iyimser olayım) yüzü, yüzelliyi geçmiyor.
Ana muhalefet partisinin, İstanbul gibi metropolde gerçekleştirdiği il kongre toplantısına birkaç bin kişinin katıldığı anımsanırsa, sokakta toplanan insan sayısına ilişkin öngörümün, hiç de yabana atılmaması gerektiği sonucuna varacağınıza eminim.

Yaşamsal konularla ilgili derin toplumsal rahatsızlıkların dile getirildiği iddiasındaki eylemlilik veya devinimlerin içinde olan insan sayısının azlığı dikkat çekici ve sorgulanmaya muhtaç değil mi?

Yurttaş Yaşamından Memnun
Kısa yoldan çözelim, demek ki dile getirilen rahatsızlıkları hisseden yurttaş sayısı gerçekten zannedildiği kadar değil.
Ya da bu ülkenin kahir çoğunluğu yaşamından çok memnun.
Müthiş Bir Hamle
İşte bu noktada, bana göre siyasi tarihimizin en akıllı hamlesini AKP yaptı.
İstanbul İl Kongre toplantısını devasa bir stadyumda yapmak, bu stadyuma yüzbin kişiyi toplayacağını iddia etmek ve bunu da gerçekleştirmek, içinde bulunduğumuz dönemin ileride yapılacak analizlerinde kullanılacak en önemli argümanlarından biri olacak.

Bu hamle ile AKP şunu diyor.
Kime diyor? Bir şeyleri protesto eden, muhalefet eden, “aman ülke elden gidiyor” diyen, “eyvah ekonomik kriz derinleşti, battık” diye dövünen, insan haklarının olmadığını iddia eden, sendikal mücadele veren, onu diyen-bunu diyen herkese…
Ne diyor? “Boşuna kendinizi yormayın. Elli kişiden fazla taraftar bulduğunuzda, ülkenin kaderini değiştireceğiz havasına girmeyin, on yıldır iktidarda olan bir parti olarak, biz toplantı yaparsak, yüzbin kişiyi bir çırpıda toplarız. Halep orda ise, arşın burada…”

İl Kongresini TT. Arena’ya taşımak kararını almak ve kongreyi orada yapmak, bunu demek değilse, nedir?

Sivil Toplum için Yeni Bir Öykü
Kuşatıcı olmadığı, yalnız kaldığı, belki kadroculuktan-belki eskimiş modelleri kullanmasından ardına düşenlerin birer birer ayrıldığı sivil toplumumuz için yeni bir öykü gerek.
Toplumun haksızlığa dair itiraz damarını canlı tutacak, bir araya gelmesini sağlayacak yeni öykülere gereksinim var.
Var da, kim yazacak bu öyküyü?
Dipnot: Makalenin başlığındaki RETORİK sözcüğü, orada öylesine yalnız başına kalıvermiş. Bırakın kalsın. Ya da çok merak edenler, buyursun Başbakan’ın Arena toplantısındaki konuşma metnini okuyuversin.

Bu makale,31 Mayıs.2012 tarihinde, ekonomigundemi.com portalının, http://ekonomigundemi.com/yazar/TT-Arena-Cimlerinde-Retorik-/1934  linkinde yayınlanmıştır.