Meslektaşım Avukat Frank Mc Namara, 1950 yılında önemli bir müşterisiyle bir restaurant’a gitmemiş olsa idi, bugün bu yazıyı yazmak zorunda kalmayabilirdik.
Mc Namara, müşterisi ile yediği iş yemeğinin ardından hesabı ödemek için elini cebine attığında, cüzdanını yanına almamış olduğunu fark etmiş. Bunun üzerine içine düştüğü sıkıntıdan kurtulabilmek için kendi kartvizitini çıkarıp arkasına; “yemek bedeli sonra ödenecektir” yazarak, garsona vermiş.
Cin fikirli avukat yaşamış olduğu bu sıkıntının bir daha yaşanmaması adına, bireylerin yanlarında nakit olmaması halinde ödeme yapabilecekleri bir sistem üzerinde düşünmeye başlamış ve yemek, seyahat gibi noktalarda tüketicinin cebindeki özel bir kart ile sadece imza atarak, ödeme yapabilecekleri uygulamanın temellerini atmış.
İşte sloganı “ye ve imzala (dine and sing)” olan “Diners Club”ın ortaya çıkış öyküsü böyle…
Toplumsal Felâketin Habercileri
Bugün kredi kartı sektörü tüm dünyayı kaplamış, tüketicinin alışveriş yaptığı hemen her noktada geçerli, hemen her tüketicinin cebinde olan ve para yerine kullanılan bir ekonomi enstrümanı. Ancak Türkiye’deki tüketicilerin bu enstrümanı doğru çaldıkları ne yazık ki, söylenebilecek bir doğru değil.
Son onbeş yıldır ülkemizde yaygınlaşan, bugün yaklaşık on altı milyon tüketicinin cebindeki kırk bir milyon kredi kartı, “doğru çalınamadığı” ve orkestrayı yönetenlerin de, yanlış yönetimi nedeniyle toplumumuzu felâkete götüren bir şarkı haline dönüştü.
Bir yandan kredi kartı dağıtan kuruluşların tatlı kârlar barındıran bu sektördeki akıl almaz pazarlama çalışmaları ile tüketicinin cebine adeta zorla kredi kartı sokuşturmaları ve vahşi faiz uygulamaları, diğer yandan siyasi iktidarların ekonomi yönetimlerinde hâkim olan temel eğilimin bankaları korumak olması ve nihayetinde kredi kartı ile tanışıklığı henüz çok yeni ülkemiz tüketicisinin bilinçsiz kullanımı nedeniyle kredi kart borcundan dolayı intihar eden, boşanan evine icra memurlarının dayandığı insanlar ülkesi olduk.
Gelin felâketin boyutlarına rakamlarla bakalım:
Resmi bilgilere göre kredi kart borcu nedeniyle yaklaşık bir milyon civarında insanımız borcunu ödeyemediği için kara listelere girmiş, haklarında yasal takibat yapılmış durumda. Bir milyon sayısını hane sayısı olarak kabul eder ve hanede dört kişinin yaşadığını düşünürsek, demek oluyor ki dört milyon yurttaş bu olumsuzluğu yaşıyor.
Resmi olmayan, ama bu konuda çalışma yapan sivil toplum örgütlerinin yaptıkları analizlere göre de, yaklaşık dokuz milyon tüketici günü kurtarma telaşında.
Ne demek günü kurtarma?..
Asgari Ödeme Tuzağı
Ülkemizde kredi kartı uygulamalarında tüketiciyi faiz girdabına sokan bir uygulama var; asgari tutar ödemesi. Aslında bir ödeme aracı olarak kullanılması gereken, yani kart ile yapılan harcamanın hesap özeti geldiğinde, orada yer alan tutarın tamamının ödenmesi ilkesinin geçerli olması gerekirken, ülkemizdeki uygulamada hesap özetinde yer alan tutarın tamamı yerine, yüzde yirmisinin ödenmesi mümkün. Bu durumda ödenmeyen yüzde seksenlik kısım, tüketici açısından bankadan kullandığı bir kredi haline dönüşüveriyor.
İşte asıl tehlike burada başlıyor. Çünkü bankanın hesap özetinde yer alan ve ödenmeyen yüzde seksenlik kısım için tüketiciden talep ettiği aylık faiz, yüzde 4,35.
Bu rakam için akıl almaz deyimin kullanmamız boşuna değil. Bu ülkede 2008 yılında gerçekleşen tüketici enflasyonu yıllık yüzde 10,06. Yani bu ülkede gerçekleşen enflasyonun yaklaşık altı katı kadar bir faizi, bankalar kredi kartı yolu ile cebimizden alıyorlar.
Kredi kartına uygulanan faizin akıl dışılığı burada da bitmiyor. Ödemediğimiz ve bizim için krediye dönüşen miktarı banka şubesine giderek, nakit kredi olarak talep etseydik, ödeyeceğimiz faiz aylık yüzde 1,20 yi geçmeyecekti. Aynı miktarı otomobil almak için kullansak daha az faiz ödeyecek, hatta konut kredisi olarak talep etmemiz halinde faiz daha da düşecekti.
Bu nasıl bir matematiktir ki, iş kredi kartına gelince faizler bir anda enflasyonun altı katına çıkıyor, aynı bankanın aynı miktar parayı farklı kredi paketlerinde vermesi halinde faiz üç kat azalıyor?..
Kredi kartı sektörünü düzenleyen 5464 sayılı Banka ve Kredi Kartları Kanunu’nu uygulamakla görevli Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Merkez Bankası ve siyasi iktidar, bu akıl almaz matematiğin sahiplerine “yürü, kim tutar seni” diyerek, adeta toplumsal felâketin suç ortağı oluyorlar ve bizlere de Avukat Frank Mc Namara’ya beddua etmek kalıyor…
Mc Namara, müşterisi ile yediği iş yemeğinin ardından hesabı ödemek için elini cebine attığında, cüzdanını yanına almamış olduğunu fark etmiş. Bunun üzerine içine düştüğü sıkıntıdan kurtulabilmek için kendi kartvizitini çıkarıp arkasına; “yemek bedeli sonra ödenecektir” yazarak, garsona vermiş.
Cin fikirli avukat yaşamış olduğu bu sıkıntının bir daha yaşanmaması adına, bireylerin yanlarında nakit olmaması halinde ödeme yapabilecekleri bir sistem üzerinde düşünmeye başlamış ve yemek, seyahat gibi noktalarda tüketicinin cebindeki özel bir kart ile sadece imza atarak, ödeme yapabilecekleri uygulamanın temellerini atmış.
İşte sloganı “ye ve imzala (dine and sing)” olan “Diners Club”ın ortaya çıkış öyküsü böyle…
Toplumsal Felâketin Habercileri
Bugün kredi kartı sektörü tüm dünyayı kaplamış, tüketicinin alışveriş yaptığı hemen her noktada geçerli, hemen her tüketicinin cebinde olan ve para yerine kullanılan bir ekonomi enstrümanı. Ancak Türkiye’deki tüketicilerin bu enstrümanı doğru çaldıkları ne yazık ki, söylenebilecek bir doğru değil.
Son onbeş yıldır ülkemizde yaygınlaşan, bugün yaklaşık on altı milyon tüketicinin cebindeki kırk bir milyon kredi kartı, “doğru çalınamadığı” ve orkestrayı yönetenlerin de, yanlış yönetimi nedeniyle toplumumuzu felâkete götüren bir şarkı haline dönüştü.
Bir yandan kredi kartı dağıtan kuruluşların tatlı kârlar barındıran bu sektördeki akıl almaz pazarlama çalışmaları ile tüketicinin cebine adeta zorla kredi kartı sokuşturmaları ve vahşi faiz uygulamaları, diğer yandan siyasi iktidarların ekonomi yönetimlerinde hâkim olan temel eğilimin bankaları korumak olması ve nihayetinde kredi kartı ile tanışıklığı henüz çok yeni ülkemiz tüketicisinin bilinçsiz kullanımı nedeniyle kredi kart borcundan dolayı intihar eden, boşanan evine icra memurlarının dayandığı insanlar ülkesi olduk.
Gelin felâketin boyutlarına rakamlarla bakalım:
Resmi bilgilere göre kredi kart borcu nedeniyle yaklaşık bir milyon civarında insanımız borcunu ödeyemediği için kara listelere girmiş, haklarında yasal takibat yapılmış durumda. Bir milyon sayısını hane sayısı olarak kabul eder ve hanede dört kişinin yaşadığını düşünürsek, demek oluyor ki dört milyon yurttaş bu olumsuzluğu yaşıyor.
Resmi olmayan, ama bu konuda çalışma yapan sivil toplum örgütlerinin yaptıkları analizlere göre de, yaklaşık dokuz milyon tüketici günü kurtarma telaşında.
Ne demek günü kurtarma?..
Asgari Ödeme Tuzağı
Ülkemizde kredi kartı uygulamalarında tüketiciyi faiz girdabına sokan bir uygulama var; asgari tutar ödemesi. Aslında bir ödeme aracı olarak kullanılması gereken, yani kart ile yapılan harcamanın hesap özeti geldiğinde, orada yer alan tutarın tamamının ödenmesi ilkesinin geçerli olması gerekirken, ülkemizdeki uygulamada hesap özetinde yer alan tutarın tamamı yerine, yüzde yirmisinin ödenmesi mümkün. Bu durumda ödenmeyen yüzde seksenlik kısım, tüketici açısından bankadan kullandığı bir kredi haline dönüşüveriyor.
İşte asıl tehlike burada başlıyor. Çünkü bankanın hesap özetinde yer alan ve ödenmeyen yüzde seksenlik kısım için tüketiciden talep ettiği aylık faiz, yüzde 4,35.
Bu rakam için akıl almaz deyimin kullanmamız boşuna değil. Bu ülkede 2008 yılında gerçekleşen tüketici enflasyonu yıllık yüzde 10,06. Yani bu ülkede gerçekleşen enflasyonun yaklaşık altı katı kadar bir faizi, bankalar kredi kartı yolu ile cebimizden alıyorlar.
Kredi kartına uygulanan faizin akıl dışılığı burada da bitmiyor. Ödemediğimiz ve bizim için krediye dönüşen miktarı banka şubesine giderek, nakit kredi olarak talep etseydik, ödeyeceğimiz faiz aylık yüzde 1,20 yi geçmeyecekti. Aynı miktarı otomobil almak için kullansak daha az faiz ödeyecek, hatta konut kredisi olarak talep etmemiz halinde faiz daha da düşecekti.
Bu nasıl bir matematiktir ki, iş kredi kartına gelince faizler bir anda enflasyonun altı katına çıkıyor, aynı bankanın aynı miktar parayı farklı kredi paketlerinde vermesi halinde faiz üç kat azalıyor?..
Kredi kartı sektörünü düzenleyen 5464 sayılı Banka ve Kredi Kartları Kanunu’nu uygulamakla görevli Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Merkez Bankası ve siyasi iktidar, bu akıl almaz matematiğin sahiplerine “yürü, kim tutar seni” diyerek, adeta toplumsal felâketin suç ortağı oluyorlar ve bizlere de Avukat Frank Mc Namara’ya beddua etmek kalıyor…
(Makale, Bağımsız Dergisi'nin 2009/Mart sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder