16 Nisan 2010 Cuma

Deniz Vs. Roubini


Sonunda dayanamayıp dava açacağım.
Vereceğim bir dava dilekçesi ve Mehmet Bülent Deniz olan ismimin, Mehmet Bülent Roubini olarak değiştirilmesini talep edeceğim.

2008 Kasım’ından bu yana küresel ekonomide yaşanan sıkıntı hakkında, Mehmet Bülent Deniz yazıp söyleyince dikkate alan yok. Ama aynı sözleri Nouriel Roubini dile getirdiğinde, adı “kâhin ekonomist”e çıkıyor.

Yok yok, “kehanet sahibi” sıfatını almaya niyetimiz yok.
Derdimiz, ciddiye alınma meselesinde.
Herkesin; “aman ne güzel, kriz bitti, ayağa kalkıyoruz” diye ortalığa bahar havası gazı verdiği, hatta Roubini’nin bile “dibi gördük” diye gülücükler saçtığı günlerde, bu fakir ısrarla, dünyada yaşananın bir ekonomik kriz olmadığından, insanlığın tanık olduğu bu durumun dünyada bir düzen değişikliği olduğundan dem vurdu.
Dedik, yazdık, ama adımız Roubini olmayınca, ciddiye alan da olmadı…

İnsanın Ekonomisi
Efendim, elinizde tuttuğunuz dergimizdeki ray değişikliğini gözlemliyorsunuz.
Sektör yayıncılığı rayını, yeni bir güzergâha bağlama gayreti var yazıişlerimizde. Kendimce bu durumun ismini, insanın ekonomisi diye koydum.
Birkaç sayıdır yeni güzergâhında yol almaya gayret eden Bizim Market’in kapak konularını “insanın ekonomisi” yolculuğuna uygun seçiyoruz.
Bu sayımız da, buna uygun ve ekonomik göstergelerdeki önemli tablolamalardan biri olan “ilk çeyrek” değerlendirmesine ilişkin.
Eh kapak konusu bu olunca, ister istemez Roubini’ye olan kıskançlığım depreşti.

Kişisel dertleri bir yana bırakalım ve bakalım ilk çeyrek ahvalimize.
Batı Yakasında Yeni Bir Şey Yok aslında.
Küresel anlamda başı kesilmiş horoz durumundaki ekonomi sağa sola çarparak yolunu bulmaya çalışıyor.
Horoz gövdesini her çarptığında kimi zaman Dubai, kimi zaman Yunanistan, İspanya, İzlanda’dan ciyaklama sesleri geliyor.
ABD’de birkaç bankaya daha el konuyor, sürdürülebilir cari açıkların, sürdürülmesinin mümkün olamadığı itirafları gelmeye başlıyor.

Tıkır Tıkır-Takur Tukur…
Küresel zeminde durum böyle.
Ya bizde?
Bizi merak etmeyin, her şey yolunda…
Tüm dünya baş aşağı giderken, şükür; ülkemiz ekonomide mucizelere imza atmaya devam ediyor.
Bugüne bugün, dünyanın 17. büyük ekonomisiyiz.
Enflasyon kontrol altında.
Cari açık mı, o önemli değil.
Hallederiz.
Reel sektörde işler kesat mı?
Kim diyorsa, yalan diyor.
Bunlar yeminli muhaliftir zaten.
Kredi kartı borcunu ödemeyenlerin sayısı artıyor diyenleri de, mahkemeye vermeli.

İşin gerçeği bir illüzyon içindeyiz hepimiz.
Dünyanın patronları gelecek için küresel ölçekte planlamalar, ayarlamalar yapmaya devam ediyor.
Anlaşılan o ki, bu planlamalarda Türkiye’nin üstleneceği yeni görevler var.
Küresel gelecek planlamalarına uygun şekilde yeni pozisyon almaya itilen Türkiye için şu anda istenilmeyen tek gelişme, halkın ekonomik sıkıntı içinde olduğunu fark etmemesi; fark etse (!) bile darbe, anayasa değişikliği, vs. söylemlerin “cambaza bak” hamlesi ile sızlanmasının, ayağa kalkmasının engellenmesi…
Küresel gelecek planlamacılarının oluşturduğu bu illüzyon içinde yuvarlanıp gidiyoruz işte.

Ne olacak bu işin sonu?
2009 Şubat’ında yazmışız;
“Eylül ayında başlayan küresel ekonomik krizin ilk günlerinde kapıldığım o tuhaf duygudan bir türlü kurtulamamıştım; “bu sıradan bir kriz değil…” Bana öyle geliyordu ki; ateşin bulunması, Fransız İhtilali, Berlin Duvarının yıkılması gibi insanlık tarihinin çok çok önemli olayları gibi bir şeyle karşı karşıyaydık. Etkilerini, sonuçlarını kısa vadede göremeyeceğimiz, ama toplum yaşamı için normal sayılabilecek 80-100 yıllık bir süreç içinde insanlığa getirecekleri ortaya çıkacak bir önemli olay olarak algılıyordum.”

Bu algılamamız değişmedi.
Aksine yukarıda alıntıladığımız makaleden birkaç gün sonra;
“Yaşanan derin kriz nedeniyle insanlığın sonunun falan geldiği yok. Sadece bugüne kadar bildiğimiz ekonomik modellerin, üretim yöntemlerinin sonuna geldik.
Dünyada hâkim olan ekonomi mimarisi yerle bir oldu, yerine yeni bir üretim yöntemi, paylaşım modeli, kısacası ekonomi mimarisi inşa edilecek.
Ancak ne yazık ki, şu anda dünya coğrafyasını paylaşanlar bu yeni mimarisinin inşa edildiğini göremeyecekler. Bizler sadece mevcudun yıkılmasının tanıklarıyız. Belki bir sonraki kuşağımızdan itibaren yıkılan mimarinin yerine inşa edilecek olana karar verilmiş ve yapılandırılmaya başlanmış olacak”
diye yazmışız.

Baharın ayak seslerinin duyulduğu Nisan ayında, bunca kötü beklentiyi bir araya getirmeyi başardı ya, helâl olsun Mehmet Bülent Robini’ye…
(Makale, Bizim Market Dergisi'nin 2010/Nisan sayısında yayınlanmıştır.)

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Ekonomi konuşmaları metinsel içeriklerden ibaret değildir. Sosyolojik yaklaşsaydanız keşke! O zaman şu başlık daha çok yakışırdı: Bülen VS. Emre Kongar.. Hiçbir rakamsal veri dayanağınız olmadan meseleyi irdeleyişiniz havada kalıyor. Size bir haber veriyim; Roubini olamayacaksınız ama Emre Kongar'a aborda yapabilirsiniz :))

Adsız dedi ki...

Efendim, derdimiz rakamlar değil ki.Rakamlar bariz belli.Açıklar borçlar,olası krizler...Öngörülere ve yaşanan gerçeklere bakmak lazım.Bu da işin özünü yani felsefesini irdelemekten geçer. İnsansa bunca olayın hammaddesi, ekonomisinin de nasıl olduğunu anlamak, anlatmak gerek.Yazınız tüm çıplaklığı ile bunu aktarıyor.Tebrikler.