17 Ocak 2010 Pazar

"Huzur"lu Tüketim Hakkı



2000’li yılların başıydı.
Halen Onursal Başkan sıfatıyla mensubiyetimin ve gönül bağımın devam ettiği Tüketiciler Birliği’nin mutad yönetim kurulu toplantılarından birindeyiz.
Yönetim Kurulumuzun değerli bir üyesinin önerisi üzerine, Müslüman Tüketici için helâl-haram kriterine göre belirlenmiş listelerin hazırlanıp hazırlanamayacağını konuştuk, tartıştık…
Sonuçta Müslüman Tüketici’nin kolaylıkla ayırt edebileceği şekilde işaretlenmiş mal ve hizmetlerin olması gerekliliği, bu işaretlemenin adının da, örneğin “HLL” olabileceği ve bu konuda çalışma yapılmasına dair karar aldık.

Lâiklik Elden Gidiyor
Yıl 2010.
Türkiye, hala “helâl sertifika” konusunu tartışıyor ve kimi çevrelerce bu konu adeta bir “rejim” sorunu olarak algılanıyor.
Tüketiciler Birliği’nin el atıp da, yaşama geçiremediği çok nadir projelerden biri olan “HLL” konusunda başarısız olunmasındaki temel nedenlerden biri, konunun bir kesim tarafından devletin rejimini değiştirmeye yönelik girişim olarak algılanması idi.

Oysa ki, Müslüman Tüketici için helâl-haram ölçülerine göre işaretlenmiş mal ve hizmetlerin belirlenmesi, böylesi bir sertifikalandırma sürecinin rejim sorunu, lâiklik sorununa yol açmayacağı çok açık.

“Huzurlu” Tüketim, Bilgilenme Hakkından Geçer
Konu tamamen tüketicinin evrensel ve temel tüketici haklarından biri olan “bilgilenme hakkı” ile ilgili aslında.

1985 yılında bütün dünya ulusları gibi ülkemizin de imza koyduğu Birleşmiş Milletler Tüketici Hakları Evrensel Bildirgesi’nde sayılan sekiz adet temel ve evrensel haktan biri olan bilgilenme hakkı; genel olarak, tüketicinin mal veya hizmeti satın alırken doğru karar verebilmesinin sağlanması için tüketicinin gerekli bilgiye ulaşabilmesi ve zararlı ve yanıltıcı reklâmdan, etiketten, ambalajdan korunması anlamına geliyor.

Ancak gelişen üretim teknolojileri, reklâm ve pazarlama tekniklerindeki ve satış yöntemlerindeki yeniliklerin hız kazanması nedeniyle bilgilenme hakkı, diğer tüketici haklarına nazaran öne çıkmakta, öte yandan yukarıda verdiğimiz tanım ve içeriği hızla değişmektedir.

Doğru Karar-Huzurlu Tüketim
Başlangıçta tüketicinin satın alma eyleminde doğru karar verebilmesi için gerekli bilgiye ulaşabilmesi yeterli kabul edilebilecek iken, sonrasında tüketicinin satın alma eyleminde vermesi istenilen “doğru karar”ın ne olduğu sorunu, artık düşünülmelidir.
“Doğru karar”dan kastedilen; tüketici için “sağlıklı, zarar vermeyen, iyi, uygun, ucuz, kaliteli” olmasının yanında, bu niteliklerin aynı zamanda tüketicinin manevi alanındaki değerlere de denk düşmesini de kapsamakta mıdır?

Kuşkusuz, tüketici kimliği taşıyan insanın manevi alanındaki değer ve inanışlarına uygun yaşam tarzını sürdürebilmesi için, aynı değer ve inanışlarına uygun üretilmiş mal ve hizmetleri ihtiyaçları için satın alabilmesi sağlanmalıdır.

Bu temel kabulün ardından bizi bekleyen sorun; tüketicinin manevi alanındaki değer ve inanışlarına uygun üretilmiş mal ve hizmetleri ayırt edebilmesinin ve tüketicinin bu anlamda bilgilenmesinin nasıl sağlanacağıdır.

Bu sorunun genel çözümünü evrensel ve temel tüketici hakkı olan “bilgilenme hakkı” uygulamasında aramak gereklidir. Tüketicinin bilgilenme hakkının tam olarak sağlandığı pazar ortamında, tüketicinin “sağlıklı, zarar vermeyen, iyi, uygun, ucuz, kaliteli ve manevi alanındaki değerlerle uyumlu” üretilmiş mal ve hizmetlere ulaşması sağlanabilecektir.

Buraya kadar sorun yok gördüğünüz gibi.
Ne lâiklik elden gitti, ne de din devletine dönüştük…
Asıl sorun bundan sonra başlıyor!

Hangisi Helâl?
Pazarın genişliği, satışa sunulan mal ve hizmetlerin neredeyse sınırsız sayı ve nitelikte olması, mal ve hizmetlere ilişkin bilgilendirmenin çoğu kez yapılmaması veya eksik yapılması, mal ve hizmetlerin üretilmesi aşamalarının bilinmesinin sıradan tüketici için mümkün olmaması nedeniyle mal ve hizmet satın alacak Müslüman Tüketicinin doğru tercihte bulunmasını sağlayacak işaretlendirme, belgelendirme, sertifikalandırma ve benzeri belirlemelerin yapılması gerekiyor.
Kısaca “helâl sertifika” diye adlandırabileceğimiz bu süreç, bu konunun en can alıcı ve sorun oluşturan noktası aslında…

Bu sertifikalandırma işini kim yapacak?
Çok sayıda mezhep, tarikat, cemaatin bulunduğu İslâm dini mensuplarını kuşatacak sertifikalandırma formülü var mıdır?
Malezya’dan, Uruguay’a kadar bir çok ülkede “Helâl Sertifika” çalışması yapan, mal ve hizmetlerin İslâm dininin gereklerine uygun olarak üretildiğini belgeleyen kuruluşlar bulunmaktadır. Ancak dünyanın birçok farklı ülkesinde gerçekleştirilen bu çalışmaların tamamı için yerinde ve doğru çalışmalar olduğu ileri sürülebilir mi?
Bu çalışmaların tamamında belli bir ortak standart ve yöntemin uygulandığı kabul edilebilir mi?
“Helâl Sertifika” veren kuruluşların bir tanesi tarafından “Helâl Sertifika” ile belgelendirilen mal ve hizmet için dünyanın başka bir ülkesinde veya aynı ülkede faaliyet gösteren kuruluş tarafından “Helâl Sertifika”ya lâyık görülmesi mümkün müdür?

Ne yazık ki, bu ve buna benzer sorulara olumlu yanıt vermek mümkün görünmemektedir. “Helâl Sertifika”landırma faaliyetinin oluşturduğu ticari pazarın ve bu konudaki hazır ve yoğun talebin büyüklüğü nedeniyle “Helâl Sertifika” uygulamalarında ticari kaygılar ne yazık ki, hak ettiğinden daha çok öne çıkmaktadır.

“Bu Domuz Helâl Yöntemlerle Kesilmiştir”
Şaşırmayın lütfen…
Bu ibarenin yer aldığı bir helâl sertifika belgesini, tebliğ sunmak üzere katıldığımız uluslararası bir “helâl” kongresinde, katılımcılardan biri göstermişti bizlere…

Domuz etine bile “helâl” sertifikası verilebildiği bir ortamda, helâl sertifika veren kuruluşlara, “helâl” sertifikasını kim verecek acaba?

Alabildiğine ticari yaklaşımların ön plana çıktığı “helâl sertifika sektörü(!)”nde, daha “helâl sertifika” vermeye başla(ya)madan, yakında bu konuyu tartışmaya başlarsak hiç şaşırmayalım.
(Makale, Bizim Market Dergisi'nin 2010/Ocak sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: