29 Mart 2012 Perşembe

Bu Yazı, Size 1.000 TL. Kazandıracak

Evet, şaka değil. Gerçek….
Cebinizde iki adet kredi kartı varsa ve bu kartlar için on yıldır kart aidatı ödemişseniz, bu yazıyı okumak size 1.000,00 TL. kazandırabilir.
Nasıl mı?
O halde buyurun, yazının geri kalanına…


Yargıtay’dan On Yıl Saptaması
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, geçtiğimiz günlerde öyle bir karar verdi ki, bir taraftan Türkiye Bankalar Birliği (TBB), diğer taraftan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), öte yandan tüketiciler hop oturup, hop kalktı.


Yüksek yargı, önüne gelen bir dava dosyasında verdiği karar ile geçmişe doğru on yıl boyunca ödenen kredi kart aidatlarının tüketiciye iade edilmesinin yolunu açtı.


Bu Karar Ne Anlama Geliyor
2001 yılı ve sonraki yıllarda, kullanılan her bir kredi kartı için tüketicinin ödemek zorunda kaldığı ve “aman canım, 20-30 lira için uğraşmaya değer mi” diye geri istemeyi ihmal ettiği kart aidatları, tüketicinin başvuruda bulunması halinde, artık zamanaşımı engeliyle karşılaşmayacak.


Kabaca bir hesap yaparsak; on yıldır kredi kartı kullanan bir tüketici, on yıl boyunca, yılda ortalama 40,00 TL. kart aidatı ödemişse, ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte 500,00 TL. civarında bir parayı geri alabilecek.
Varsayalım ki, cebimizde iki adet kredi kartı var.
Alın size, 1.000,00 TL. para…


Bankalar Cephesindeki Matematik
Son verilere göre, onyedi milyon tüketicinin cebinde, elli milyon adet kredi kartı var.
Her bir kart için ortalama 50,00 TL. kart aidatı alan bankaların kasasına toplam olarak 2.500.000,00 TL. para girmiş oluyor.
İşi para almak-satmak olan bankaların, bu işi yapmadan, dahası taş atıp kolunu yormadan elde ettiği bu tatlı kârdan vazgeçmesi tabii ki zor.


Bankalar Birliği Alarma Geçti
Bu yüzden Yargıtay’ın bu kararının kamuoyuna yansıması ve karar üzerine çok sayıda tüketicinin ödedikleri paraları almak için harekete geçmesi üzerine, Türkiye Bankalar Birliği yaptığı açıklama ile Yargıtay’ın bu kararının, kredi kart aidatlarının alınmayacağı ve alınmış olanların da tüketiciye iadesinin gerekmediğini buyurdu.


Dedik ya, yılda 2.500.000,00 TL. tatlı kârdan vazgeçmek kolay olmasa gerek.
Hele bir de, geriye doğru alınmış paraların iadesi de varsa, yandı gülüm keten helva…


BDDK. Ne İş Yapar?
Bankaların örgütü Türkiye Bankalar Birliği’nin bu telâşını, üzüntüsünü anlamak kolay da, işi bankaları düzenlemek ve denetlemek olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nu anlamak hayli zor.
Hele ki, BDDK. nın başındaki isim, Tevfik Bilgin’i anlamak...


Dokuz yıldır BDDK. Başkanı olarak görev yapan ve önümüzdeki günlerde görev süresi sona erip koltuğunu boşaltacak olan Bilgin’i, görev süresi içinde en yakın izleyenlerden birisi olarak; kart aidatı, hesap işletim ücreti, EFT. ve havale ücretleri ve benzeri bir çok konuda tüketicinin haklı tepkisine neden olan bankacılık uygulamalarını arada-sırada öylesine eleştirmekle yetinen, “aman ayıp oluyor, şu havale ücretlerini indirseniz” kabilinden cılız çıkışlar yapan bir bürokrat olarak anımsayacağım.

Bilgin’den Muhteşem Çözüm


Yıllardır milyonlarca kredi kartı için tüketiciden alınan aidat paraları için kamuoyunun yoğun tepkisi orta yerde dururken, sayın Bilgin’in bu son çıkışını, onyedi milyon kredi kart kullanıcısının derdini çözme gayreti ile giderayak sevgimi kazanma isteğine bağlıyorum.


Eğmeye-Bükmeye Gerek Yok
2007 yılında, “kredi kart aidatı yasal ve haklı değildir” diye ilk açıklamayı yapıp o zamandan bu zamana bu işi kovalayan, davalar açan birisi olarak, geçen beş yıl içinde kredi kart aidatlarının tüketiciye iadesi gerektiğine ilişkin verilen Tüketici Sorunları Hakem Heyeti, Tüketici Mahkemesi, Yargıtay kararlarının sayısını ben dahi tutamadım.


Yargı organlarının çok sayıdaki kararına rağmen, kart aidatları konusunda “yasaldır”, “sözleşmeye not koyun” kabilinden açıklamalar ile tüketicinin aklını karıştırmaya gerek yok.
Yargı kararları açık.


Sadece 3 Adım…
Buraya kadar yazıyı okuma zahmetine katlanmışsanız, sıra söz verdiğimiz 1.000,00 TL. kazanmanızı sağlamaya geldi.


Sadece 3 adım atacağız.
Hem paramızın haksız yere bankaların kasasına girmesini engelleyeceğiz; hem de, hakkını aramış yurttaş olarak kendimizi çok iyi hissedeceğiz.


Ödemiş olduğumuz kredi kart aidatlarının faizi ile birlikte bize iade edilmesi için sadece 3 adımda yapmamız gerekenleri, izleyeceğimiz yolları, kullanacağımız dilekçe örneklerini, http://mbulentdeniz.blogspot.com  adresinde yayınlıyorum.
Ben bu 3 adımı attım, paramı geri aldım.
Sıra sizde…
Bu makale, 26.03.2012 tarihinde, ekonomigundemi.com portalının http://ekonomigundemi.com/yazar/Bu-Yazi-Size-1-000-TL-Kazandiracak/1838 linkinde yayınlanmıştır.

25 Mart 2012 Pazar

3 Adımda Kredi Kart Aidatını Geri Almak İçin Başvuru Yolları, Dilekçe Örnekleri...

2007 yılında yapılan ilk başvuru ile başlayan kredi kart aidatlarının tüketiciye iadesi ve alınmaması gerektiğine ilişkin hukuk mücadelesi sürecinde, yeni bir aşamaya gelindi. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin kredi kartlarına ilişkin olarak vermiş olduğu son karar ile kredi kart aidatlarının iadesi talebi için zamanaşımı süresinin on yıl olarak uygulanması gerektiği karar altına alındı.
Zamanaşımına ilişkin bu kararın dışında yüzlerce Tüketici Sorunları Hakem Heyeti, Tüketici Mahkemesi ve Yargıtay kararı ile kredi kart kullanıcılarından, “kart bedeli”, “kart aidatı”, “üyelik ücreti” ve benzeri isimler ile tahsil edilen paraların hukuka aykırı olduğu, yargı organları tarafından tespit edilmiştir.
Şu anda onyedi milyon tüketicinin cebinde, elli milyon kredi kartı bulunmaktadır. Bankalar her bir kart için ortalama olarak 50,00 TL. para talep etmektedirler. Kart aidatları ile her yıl bankaların kasasına, 2.500.000,00 TL. girmektedir.

2007 yılından bu yana kredi kart aidatları konusundaki hukuksuzluğa dikkat çekmek ve 2.500.000,00 TL. nın her yıl tüketicinin cebinden alınarak bankaların kasasına girmesini engellemek için yaptığımız çalışmalar kapsamında, kredi kart aidatının geri alınması için tüketicinin izlemesi gereken yasal yolları, kullanacağı dilekçe örneklerini içeren bir rehber metin hazırlamaya çalıştık.

1. Adım:

Bu başvuru, ilerideki hukuki süreçte kanıt yükümlülüğünün sağlanması için PTT. den iadeli taahhütlü mektup ile yapılmalıdır.

Kredi kart aidatı olarak geçmişten bugüne kadar yapılan ödemelere ilişkin hesap özetleri ve ödeme makbuzları zaten mevcut ise, bu başvuruya gerek yoktur. Bir sonraki adıma geçilmelidir.
2. Adım:
Kart aidatı olarak geçmişten bugüne kadar ödenen miktar ve ödeme tarihlerine ilişkin belgeler sağlandıktan sonra veya bu belgeler zaten mevcut ise, bankaya başvuru yapılarak, ödenen miktarın tarafımıza ödenmesi talep edilmelidir.

Bu başvuru da, ilerideki hukuki süreçte kanıt yükümlülüğünün sağlanması için PTT. den iadeli taahhütlü mektup ile yapılmalıdır.

3. Adım:
Başvurunun bankaya ulaşmış olmasına rağmen talep edilen miktarın iade edilmemesi veya banka tarafından paranın iade edilmeyeceğinin bildirilmesi durumunda, yerleşim yerinin bağlı olduğu ilçe, kredi kartının alındığı şubenin bulunduğu ilçe veya banka genel müdürlüğünün bulunduğu ilçenin kaymakamlık binasında bulunan Tüketici Sorunları Hakem Heyetine yazılı olarak başvuru yapılarak yargısal süreç başlatılmalıdır.

Tüketici Sorunları Hakem Heyetine yapılacak başvuru bizzat veya internet üzerinden E-Devlet platformu kullanılarak yapılmalıdır.

Tüketici Sorunları Hakem Heyetine yapılacak başvurular ücretsiz olup herhangi bir harç ve masraf alınmamaktadır.

Tüketici Sorunları Hakem Heyeti, başvuru hakkında en geç üç ay içinde karar vermek zorundadır.

Tüketici Sorunları Hakem Heyetinin 1.161,67 TL. ya kadar olan başvurular için vereceği karar, bağlayıcı niteliktedir. Bu miktara kadar olan başvurular için verilecek karara karşı aleyhine karar verilen taraf, kararın kendisine tebliğinden itibaren 15 gün içinde Tüketici Mahkemesi’ne itirazda bulunabilir. İtiraz üzerine Tüketici Mahkemesi tarafından verilecek karar kesindir.
Dilekçe Örnekleri
Önemli Uyarı:
Bu sitede yer alan bilgiler, öneri niteliğinde olup hukuki danışmanlık kapsamında değildir. Yargı organlarının bu konuda verebilecekleri kararlar farklılık gösterebilmektedir. Bu nedenle oluşabilecek mağduriyetler konusunda bu site ve yazarının sorumluluğu bulunmamaktadır.

21 Mart 2012 Çarşamba

Kardeşimi Nasıl Kurtardım?..

Her şey, O’ndan gelen telefonla başladı.
“Nihayet, beğendiğimiz bir ev bulduk” diyordu kardeşim.
“Sen de gel, beraber bakalım, pazarlık edelim…”

Gerçekten güzel bir projeden ev beğenmişti.
Az daireli, bir sürü sosyal yapısı, olanağı olan…

Örnek evi gezdik, projeyi iyice inceledik.
Sosyal yapılardaki olanakları hayal ettik.
Küçük yeğenimin yeşil alanda özgürce oyun oynayacağını, yüzme havuzundaki yaz keyfini…

Henüz yapım aşamasındaki projenin, teslim tarihi de ideal.
Satış temsilcisi, beğendiğimiz evin yer aldığı etabın, 2012’nin Eylül ayında biteceğini söylüyor.
Bize düşen, paramızı denkleştirmek, sözleşmeyi imzalamak ve anahtarı teslim alacağımız tarihe kadar, hayallerimizde evi kezlerce dekore edip durmak…

Şu Firmayı Bir Araştırsak…
Bir yandan kardeşimin parasını denkleştirmeye çalışıyoruz.
Diğer yandan projeyi yürüten firmayı araştırıyoruz, sağdan-soldan…
“Firma sağlam” bilgisine ulaşıyoruz.
Hem sağlam olmasa ne olur ki, inşaat alanında, ofislerinde, broşürlerinde kocaman kocaman yazmışlar;”….. güvencesiyle” diye…

Eh, nokta nokta yazdığım yerlere, toplu konut işi yapan bir yerel yönetim şirketinin adını yazarsanız, projenin ne kadar emin ellerde olduğunu siz de kabul edeceksiniz.
Paramız Cebimizde, Heyecan Yüreğimizde…
Kolay değil, yıllardır alın teri dökerek para biriktiren kardeşimin, bütün birikimini, dünyada mekân olarak seçtiği projeye vermesi.
Paramız denkleşti. Heyecanlıyız.
Gidilecek, kaparo verilecek, sözleşme yapılacak.

Telefon açıyorum firmaya.
Bizimle başından beri yakından ilgilenen satış temsilcisi bayandan sözleşmenin bir örneğini fakslamasını rica ediyorum.

Sanki Kozmik Belge
Satış temsilcimiz, kendinden emin ses tonuyla; “maalesef, şirket kuralları gereği, sözleşmeyi önceden gösteremiyoruz” diyiveriyor.

Bunca yıllık meslek yaşamımda, sözleşmenin taraflar arasında incelenmek için önceden gösterilmemesi, gönderilmemesi gibi bir kurala rastlamamış olmama rağmen, “vardır haklı bir nedeni” diye düşünüyorum.
Niyetimi bozmuyorum.
Hem sözleşmeyi önceden görsek ne olacak ki, nasılsa ;”….. güvencesiyle” ev satın alacağız…
Dahası, nasılsa sözleşmeyi imzalamaya gittiğimizde okuyacak, anlayacak kadar vaktimiz olacaktır.

Nihayet “G” günü geliyor.
Toplaşıp sözleşmeyi imzalamaya, kaporamızı ve taksitler için çeklerimizi teslim etmeye gidiyoruz.

Onsekiz sayfalık bir sözleşme uzatıyorlar önümüze.
O ana dek, “kozmik belge” muamelesi yapılan sözleşme nihayet elimizde.
Dokunuyoruz ona…

Tamam, Söz Ağızdan Çıkar. Ama…
Ve sayfaları okumaya başlıyoruz.
Bilinen maddeler.
Tarafların isimleri, adresleri, projenin tapu kayıtları, ödenecek rakam, ödeme şekli, ödemezsek, geciktirirsek başımıza gelecekler, vs.vs.
Bu kısımlar tamam.
Bizi ilgilendiren sonraki maddeler.

Hızla evin teslim edileceği tarihin yazılı olduğu bölüme geçiyorum.
Yanlış okuduk diye düşünüp tekrar okuyoruz kardeşimle.
Teslim tarihi 2012/Eylül değil, 2013/Eylül yazılmış.
Yani satış temsilcimizin bize söylediği teslim tarihinden tam bir yıl sonra.

Yanlış yazılmıştır diye düşünüp satış temsilcimize durumu anlatıyoruz.
“Hayır” diyor, kendinden emin ses tonuna sahip satış temsilcisi bayan; “tarih doğru.”
“İyi ama, bize bu yıl, Eylül ayında teslim edileceğini söylemiştiniz” diyoruz, utana-sıkıla…
“Size söylediğim tarih doğru, evinizi 2012/Eylül’ünde teslim edeceğiz. Biz sözleşmeye 2013/Eylül yazdık, bir aksama olursa diye. Ama merak etmeyin, evinize bu yıl içinde geçeceksiniz.”

Eşeğin Aklına Karpuz Kabuğu Düşerse
Hadi daha kibar yazalım, bir kere midemiz bulandı.
Bize günlerdir söylenen teslim tarihi ile yazılı olan tarih arasında bir kocaman yıl farkı var.
Midenin bulanması için yeterli.

Eh, madem mide bulandı.
Okumaya devam ediyoruz, daha bir dikkatle.

“Madde 11.6-Alıcı (yani biz), proje içindeki sosyal tesislerin (hani yeğenimin özgürce koşup duracağı yeşillikler, koşu alanları, yaz keyfi yapacağımız yüzme havuzu falan…) satıcının kararı doğrultusunda, ticari bir hüviyetle işletilebileceğini, bu halde sosyal tesislerden bedelini ödemeden faydalanmayacağını (ne kaa ekmek, o kaa köfte, yani ne kadar ödeme, o kadar hayal) kabul ve taahhüt eder.”
Projeyi anlatırken, sosyal olanakları birer artı değer olarak sunan satış temsilcimize bakıyoruz.
Sosyal olanaklardan ücretli yararlanılacağını söyledi de, biz mi anımsayamadık diye düşünüp duruyoruz.
Olsun, niyetimizi bozmuyoruz.

Ne Anladıysanız O…
“Madde 9-Proje kapsamında gerek arazinin yapısından, özelliklerinden, uygulanacak altyapı ve proje geneline veya ortak alanlarına dair teknik zorunluluklarından, gerekse ruhsat aşamasında öngörülemeyen diğer sair sebeplerden dolayı satıcının proje üzerinde her türlü değişiklik yapma hakkı saklıdır. Taraflar arasında akdedilen işbu sözleşmenin satıcının proje üzerinde değişiklik yapma hakkını kısıtlamadığı, bundan dolayı satıcı nezdinde herhangi bir hak veya talebin söz konusu olmayacağını alıcı beyan, kabul ve taahhüt eder.”

Yani satın aldığımızı zannettiğimiz ev, sosyal alanlar, yerleşim planı, aklınıza ne geliyorsa hepsine ulaşabilmemiz, satıcının merhametine kalmış durumda.
Olsun, niyetimiz baki.
Evi alma kararımız kavil…

“…… Güvencesiyle”
Projeye bizi ısındıran, satın alma kararı vermemize yol açan en önemli unsur, firmanın reklâmlarında, broşürlerinde, ofisin her tarafında ve dahası satış temsilcisinin her iki cümlesinden birinde, kocaman kocaman “….. güvencesiyle” ifadesinin yer almasıydı.
Ne ki, bu güvencemiz de, sözleşmenin başka bir maddesiyle havaya uçuveriyor:

“Madde 13.2-İşbu sözleşme sadece tarafları olan alıcı (yani biz) ve satıcıyı (yani firma) bağlar. Alıcı arsa sahibi ….’ın (yani isminin olmasından dolayı kendimizi güvende hissettiğimiz, toplu konut işiyle uğraşan yerel yönetime ait şirket) işbu sözleşmeden dolayı kendisine karşı yüklendiği herhangi bir borç ve taahhüdü bulunmadığını, Tüketicinin Korunması Hakkındaki kanun ile diğer mevzuat hükümleri nedeniyle sorumluluğu olmadığını kabul ve taahhüt eder.”

Merdi Kıpti Şecaat Arzederken, Sirkatin Söyler
“Olamaz” diye içimden geçiriyorum.
Tanıtımlarda, reklâmlarda, broşürlerde, her yerde “… güvencesiyle” diye beynimize işlediler.
Niyetimizi bozmama kararındayız.
“Bu madde hukuken hükümsüzdür” diye hesaplar yapıyorum.
Hesabın içinden tam çıkacakken, gözüm başka bir maddeye ilişiyor:

“Madde 13.5-Satıcının satış faaliyetleri ile ilgili olarak kullandığı, kullanacağı evrak, broşür, ilan ve reklamların içeriği alıcıya herhangi bir talep hakkı vermez. Zira satışa sunulan bağımsız bölümün bulunduğu proje kapsamında satıcı tarafından hazırlanan her türlü afiş, maket, broşür, el ilanı, radyo ve televizyon reklamları kapsamında kullanılan görseller ve ifadeler tanıtım mahiyetinde olup satıcının taahhüdü niteliğinde değildir.”

Daha fazla dayanamıyoruz.
Mide bulantımız artıyor.
Niyetimizi bozuyoruz.
Arkamıza bile bakmadan, tüm hayallerimizi orada bırakıp kaçarak uzaklaşıyoruz.

Bu makale, 20.03.2012 tarihinde, ekonomi.com portalının  http://ekonomigundemi.com/yazar/Kardesimi-Nasil-Kurtardim-/1819 linkinde yayınlanmıştır.

6 Mart 2012 Salı

Hesap Verme Sorumluluğu...

Bu söz, TC. Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü’ne ait www.muhasebat.gov.tr adresindeki internet sitesinin çeşitli yerlerinde yazılı.

Kurumun Genel Müdürü Mehmet Sarıtaş’ın sitede yer alan mesajından anlıyoruz ki, bu müdürlük; “mali saydamlık ve hesap verme sorumluluğu çerçevesinde kamuoyunun zamanında bilgilendirilmesi amacıyla mali veriler”i web sayfasında yayınlıyor.

Bu Sitede İşim Ne?
Az-biraz mürekkep yalamış, üniversite eğitimi almış, dahası hukukçu olarak çalışma gösteren bendeniz, elbette devletin Maliye Bakanlığı’na bağlı bir Muhasebat Genel Müdürlüğü olduğundan haberdardım. Ancak işimiz düşmediğinden midir nedir, “bu müdürlük ne iş yapar, neye yarar” diye hiç düşünmemiştik.

Ta ki, Maliye Bakanlığı’na sorduğum bir soruya verilen cevapta, bu müdürlüğün sitesine bakmam önerilinceye kadar…

Sizin Adınıza Sormuştum
İki haftadır vergiyi, deprem vergisini yazıp anlatıyoruz.
İşin aslı Van Depremi'nin hemen ertesine dayanıyor aslında.
“Nerde bu toplanan deprem vergileri” tepkisi üzerine üşenmeyip Maliye Bakanlığı’na sorduk ve dedik ki;

1-01.10.2011 tarihi itibariyle 26.11.1999 tarih ve 4481 sayılı yasa gereği toplanan vergilerin miktarı nedir?
2-4481 sayılı kanun gerekçesinde, yapılan düzenleme ile 17.08.1999 ve 12.11.1999 tarihlerinde meydana gelen depremlerde zarar gören yurttaşların yaralarının sarılacağı belli olmakla, bu kanun gereği elde edilen gelir nerelere harcanmıştır?

Soru Basit, Yanıt Vermek Zor…
Gördüğünüz gibi sorular basit.
Deprem Vergisi getiren kanun ile bizden ne kadar toplandığı, bu paranın nerelere harcandığı soruluyor.

Bu soruların sorulduğu dönemde bu ülkenin Maliye Bakanından, Başbakanına iktidarın ileri gelenlerinin; “deprem vergisi diye bir şey yoktur, bu vergiyi biz kalıcı hale getirmedik, toplanan vergiler devletin havuzuna gider” diye demeçler verdiği günlerde, bir yurttaştan gelen bu kolay sorulara yanıt vermek zor olmalı ki, Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde sorulan bu sorulara gelen ilk yanıtta, yazının girişinde sözünü ettiğimiz TC. Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü’ne ait www.muhasebat.gov.tr adresindeki internet sitesine bakmamız öneriliyordu:

“17.08.1999 ve 12.11.1999 tarihlerinde Marmara Bölgesi ve
civarında meydana gelen depremin yol açtığı ekonomik kayıpları gidermek amacıyla bazı mükellefiyetler ihdası ve bazı vergi kanunlarında değişiklik yapılması hakkındaki 26.11.1999 tarih ve 4481 sayılı kanun ile tahsil edilen gelirlere ilişkin bilgiler, Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü’nün www.muhasebat.gov.tr internet adresinde yer almakta olup, ilgililere bu adresten ihtiyaç duydukları bilgileri edineceklerinin bildirilmesi...”

Önerilen siteye kezlerce girdik. Maliye, işletme eğitimi almamış, sade bir yurttaş olarak, sorduğumuz soruların yanıtlarını bulamadık. (Bulan olursa,köşe yazarınızı haberdar edeceğinizi umuyoruz.)

Ardından İkinci Yanıt…
Gelen bu yanıt üzerine, verilen yanıtın Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde uygun bir yanıt olmadığı gerekçesiyle itiraz hazırlanırken, ikinci yanıt eposta kutumuza düşüverdi:

“1999 Marmara Depremi sonrasında, 4481 Sayılı Kanunla, Ek Gelir, Ek Kurumlar, Ek Emlak, Ek Motorlu Taşıtlar, Faiz, Özel İletişim ve Özel İşlem Vergileri ihdas edilmiş olup, söz konusu vergilerden yapılan tahsilatlar Muhasebat Genel Müdürlüğünün www.muhasebat.gov.tr  adresinde yayınlanmaktadır.

1999-2003 yıllarında yukarıda sayılan kalemlerden tahsil edilen tutarlar ile depremin zararlarının telafisi için yapılan tüm harcamalar, ilgili yılların genel bütçesi içersinde ilgili tertiplerinden yapılmıştır.

Genel bütçe içersinde vergilerin tekliği ilkesi gereği, yapılan tahsilatlar tek bir havuzda toplanıp, ülkenin ve deprem bölgesinin öncelikleri dahilinde harcanmıştır.
Mikail Erkmen/Muhasebat Genel Müdürlüğü”

“26.11.1999 tarihli ve 4481 sayılı _17.08.1999 ve 12.11.1999 Tarihlerinde Marmara Bölgesi ve Civarında Meydana Gelen Depremin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpları Gidermek Amacıyla Bazı Mükellefiyetler İhdası ve Bazı Vergi Kanunlarında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun_ ile deprem felaketinin yol açtığı olumsuz şartları gidermek amacıyla, bir defalık Ek Gelir Vergisi, Ek Kurumlar Vergisi, Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi, Ek Emlak Vergisi ve Faiz Vergisi alınması öngörülmüş ve 31.12.2000 tarihine kadar uygulanmak üzere, Özel İletişim ve Özel İşlem Vergileri ihdas edilmiştir.

Daha sonra özel iletişim ve özel işlem vergilerinin süreleri uzatılmış olup, 01.01.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5035 sayılı Kanunla özel işlem vergisi kaldırılmış, özel iletişim vergisi ise 68022 sayılı Gider Vergileri Kanununun 39 uncu maddesine hüküm eklenmek suretiyle vergi hukukumuzda yeni bir vergi olarak yerini almıştır.

4481 sayılı kanun çerçevesinde, faiz vergisi ile belediyeler tarafından tahsil edilen ek emlak vergisi dahil olmak üzere toplam 2.649.745.000-TL ek vergi, 1.987.033.000-TL özel işlem vergisi ile 3.114.342.000-TL özel iletişim vergisi tahsil edilmiştir.

Öte yandan, 4481 sayılı Kanuna göre toplanan vergilerin ve depremle ilgili yapılan harcamaların ödenek ve kaynak bazında dağılımı, şeffaf yönetim anlayışının bir gereği olarak, Gelir İdaresi Başkanlığınca yayınlanan Yıllık Faaliyet Raporları ile Muhasebat Genel Müdürlüğü tarafından aylık olarak çıkarılan Kamu Hesaplar Bülteninde yer almaktadır. Söz konusu süreli yayınlara birimlerin resmi internet (www.gib.gov.tr , www.muhasebat.gov.tr ) sitelerinden ulaşmak mümkündür.

Diğer taraftan, deprem harcamalarının izlenmesi ve kamuoyunun bu konuda bilgilendirilmesi amacıyla anılan depremler sonrasında ilgili yıl Bütçe Uygulama Talimatları kullanılmak suretiyle İdarelerden deprem harcamalarına ilişkin veriler talep edilmiştir.

Bu verilere göre anılan depremlerin meydana geldiği 1999 yılından 2003 yılı Mart ayı sonuna kadar olan döneme ilişkin olarak tüm İdarelerin depremlere ilişkin müdahale ve iyileştirme harcamaları toplam 3.946.000.000-TL olarak gerçekleşmiştir.

Mali sistemde ciddi sorunlara yol açan fon uygulamalarının kaldırılmasına yönelik izlenen politika gereği Devlet bütçesinin temel ilkelerinden birisi olan birlik ilkesi uygulamaya sokulmuş ve 2000 yılından sonra fon sisteminin tasfiyesine yönelik yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu çerçevede, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunda düzenlenmiş olan Afetler Fonu da tasfiye edilerek bu kapsamda elde edilen gelirlerin genel bütçe geliri olarak kaydedilmesi ve bu alandaki harcamaların ilgili idare bütçelerinde tefrik edilen ödeneklerle karşılanması sağlanmıştır.

2009 yılında yürürlüğe giren 5902 sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunla birlikte afet yönetimi konusunda yeni bir anlayış uygulamaya konmuş ve idari yapılanmada değişikliğe gidilmiştir. Bu kapsamda, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı bünyesinde yer alan Afet İşleri Genel Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı bünyesinde yer alan Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Başbakanlık bünyesinde yer alan Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kaldırılarak Başbakanlığa bağlı genel bütçeli bir idare olan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kurulmuştur. Yine aynı Kanunun 23 üncü maddesi ile Başkanlık bütçesinde afet ve acil durum faaliyetleri ödeneği tefrik edilmektedir. Başkanlık bütçesinde gider kaydedilmek suretiyle özel hesaba aktarılarak kullanılmakta olan bu kaynaktan Başkanlıkça uygun görülen hallerde, kamu kurum ve kuruluşları ile mahalli idarelerin hesaplarına da aktarma yapılabilmektedir.

2003 yılı sonrasında fonların tasfiyesine ilişkin izlenen genel politika gereği depreme yönelik olarak oluşturulmuş bir fon bulunmamaktadır. Ancak şimdiye kadar olduğu gibi deprem ile diğer her türlü afet ve acil durum halleri öncesi ve sonrasına yönelik harcamaları karşılayacak kaynak ilgili idare bütçelerine ödenek öngörülmek suretiyle temin edilmektedir.
Hasan Özaba/Ekonomik Hizmetler Dairesi

Maliye Bakanlığı’nın, bendenizi ziyadesi ile adam yerine koyup iki ayrı birimini harekete geçirerek, sorduğumuz basit sorulara yanıt hazırlamış olması, bu topraklarda 48 yıldır yaşayan bir yurttaş olarak, gözlerimizi yaşarttı.

Yaşaran gözlerimizi kurulayana dek, ne olur şu gelen yanıtları okuyup ne anladığınızı bir zahmet köşe yazarınıza iletiverin.
Söz, bir daha vergi sözcüğünü bu köşede ağzımıza almayacağız…

Düzeltme ve Teşekkür
Bir önceki “Hani “Deprem Vergisi Diye Bir Şey Yok”tu?..” başlıklı yazımda;
“Yukarıda yazdık, geçici vergileri kalıcı hale getiren yasanın kabul tarihi 25 Aralık 2003. AKP nin iktidara geldiği tarih 3 Kasım 2003.
Bizim hesabımıza göre, AKP iktidara gelir gelmez, birbuçuk ay sonra, geçici olan bu vergileri kalıcı hale getiren yasayı çıkartmış.”
Diye yazmıştık.
Abdülkerim Erim yazımızı okumuş ve AKP nin iktidara geliş tarihinin 3 Kasım 2003 değil, 3 Kasım 2002 olduğunu belirtmiş.
Sayın Erim’e teşekkür ediyorum.

Bu makale, 05.03.2012 tarihinde, ekonomi.com portalının http://ekonomigundemi.com/yazar/Hesap-Verme-Sorumlulugu-/1780  linkinde yayınlanmıştır.