24 Temmuz 2020 Cuma

Zehirli Ağacın Meyvesi

Sizinle gerçek yaşamda tanışmamış, karşı karşıya gelmemişsek, sosyal medyadaki hesaplarımın profil bilgilerine de tıklamamışsanız, muhtemelen bir hukukçu olduğumu bilmiyorsunuz.
Aslında bilmemenizi istediğimdendir; özellikle sosyal medyadaki görünürlüğümde, paylaşımlarımda, mesleğimin avukat olduğuna olabildiğince değinmemeye çalışırım.

Ama bu kez farklı...

25 Şubat 1988’de kaydoldum İstanbul Barosu’na, 30 yılı aşmış…
Savunma mesleğini yerine getirerek ekmek paramı kazandım.
Sadece bir meslek olarak görmedim avukatlığı; coğrafyamda olan bitene kayıtsız kalmamaya, yaşamı güzelleştirmeye, adaletin yaşamın dokusuna işlemesi için de mücadelemi verdim.

Bu çabalarım arasında, meslek örgütümde, İstanbul Barosunda, adalete, hukuka, eşitliğe inanan yönetimlerin olması, her görüşün meslek örgütü yönetiminde temsil edilmesi de yer aldı.

1999 yılından itibaren, yıllarca baro seçimlerinde bu düşüncemi paylaştığım, ortaklaştığım meslektaşlarımla birlikte yönetime aday olup seçimlerde yarıştım, aday olmadıklarımda da, ortaklaştığım meslektaşlarımın adaylıklarını destekledim, kazanmaları için gayret ettim.

Olmadı; ne aday olduğum, ne de aday olan meslektaşlarımı desteklediğim seçimlerde yönetime seçilemedik, seçimleri kazanamadık.
Seçim yarışına girmek, kazanmak için çabalamak, yanlışı dile getirmek, doğruya işaret etmek bu mücadelenin getirisi oldu sadece. 

Gönül kazanmaktan yanaydı elbet; statükocu anlayışın egemen olduğu meslek örgütlenmelerindeki bu yapının değişmesi, adalet, hukuk ve eşitlik anlayışının sözden ileri gidip somut uygulamalarla görünür olmasına neden olmayı hep arzuladım.
Olmadı. Olsun, her seçim sonucu saygımı ve kabulümü hak  ediyordu.

Bilmeyenlerimiz için söyleyelim.
Baro seçimlerinde hangi liste kazanırsa, sadece o listede yer alan isimler yönetimi oluşturur. Diğer listeler kaç oy alırsa alsın, yönetimde yer alamazlar, yani hepi topu “1 oy" farka dayanır seçim sonucu.

Bunu hep eleştirdim, onbinlerce üyesi olan bir topluluğu, belki de “1 oy” fazlalıkla sadece bir listenin yönetimine terk etmenin adil olmadığını, kendi kendini yönetecek olan bir toplulukta farklı görüşlerin yönetimde seslendirilme olanağının olmadığını…

“1 oy” fark olmaz, "nisbi temsil” dedim; “her liste aldığı oy oranında yönetimde söz sahibi olsun. Yetmedi mi, yeni organlar kurulur, Baro Meclisi gibi, orada seçime katılan gruplar temsil edilir, şimdiki seçim sistemi adil değil…”

Şimdi çoklu baro kuruluyor, ikibin avukat bir araya gelirse kendi barolarını kuruyor.

Çok şey söylendi; bu düzenlemenin siyasi refleks olduğundan, çoklu baronun nimetlerine; binlerce yıllık geleneğin üzerinde duran baro örgütlenmesinin ayarlarının değiştirilmesinden, statükonun ancak bu şekilde yenilebileceğine…

Uzun yıllar seçimi kaybeden grupta mücadele verdiğim, hatta çoğu kez aday olduğumu bilen dostlarım, meslektaşlarım çoklu baro ortaya çıkınca tebrik ettiler; “gözün aydın” diye… 

“Gözümüz aydın değil” dedim, "çünkü zehirli ağacın meyvesi yenmez…"

Hiç yorum yok: