HDP,
Burhan Kuzu’nun twitter hesabının engellenmesi için yargıya başvurdu.
İyi
ki reddetti.
Düşünmek,
düşündüğünü yaymak temel insan haklarından biri.
“Düşünce
özgürlüğü”nün çoğunlukla mağduru olan bir siyasi hareketin bu başvuruda
bulunmasını da not düşmek gerek.
…..
Gordon
Moore.
Intel
şirketinin kurucularından.
1965
yılında yazdığı bir makalede, bir tümleşik devrenin fiziki boyutunu oluşturan
transistör sayısının karesiyle değişeceği savında bulunmuş.
Moore’a
göre, her onsekiz ayda bir tümleşik devre üzerine yerleştirilebilecek bileşen
sayısı iki katına çıkacak, bu da bilgisayarların işlem kapasitelerinde büyük
artış oluşturacak ve üretim maliyetleri aynı kalacak, hatta düşme eğilimi
gösterecektir. Daha basit anlatımla, her onsekiz ayda bir bilişim kapasitesi
iki katına çıkacak.
Moore’un
bu savı, bu yılın Mart ayında ellinci yılını doldurdu. Aradan geçen elli yılda,
bir milyardan fazla kapasite artışı oldu.
Kendimizden
pay biçelim, elimizdeki telefonların ebatları küçüldü, yetenekleri arttı, pil
ömürleri uzadı ve daha bir dolu gelişmeyi kişisel olarak deneyimledik.
Küçük
harflerle konuşayım; en azından son dört yılımızı toplum olarak nelerle
uğraşarak harcadığımızı anımsayıp “dünyanın yol aldığı güzergâhın neresindeyiz”
sorusunu sormak için bile geç kaldığımızı hissediyorum.
…..
Yaygın
bir sosyal medya tipi; Politik görüşüne, dünya algısına uygun yayın yapan çeşitli
medya sitelerinde yayınlanan haberleri, çoklukla bulunduğu ortamlara ilişkin
kareleri sofistike olmaya çabalayan birkaç sözcükten ibaret yorumlarla
paylaşır. Yine çoklukla kime ait olduğu bilinmeyen ya da ünlü bir ozanın
yazdığı ama altına başkasının isminin yazılı olduğu “derin(!)” yaşam felsefesi
içeren dizelerin ekindeki romantik resimlerin hesabında yer alması
kaçınılmazdır. Kendine ait özgün hiçbir şey yazmaz, paylaşmaz.
Ama
bu sosyal medya kişiliğinin önemli bir özelliği vardır; emek vererek, düşünerek
yazdığınız her şeye, özelikle de görüşünüz ona aykırı gelmişse, utanmadan,
sıkılmadan kimi zaman hakarete varan ibarelerle ve her türlü nezaketten uzak
sözcüklerle tepki göstermek…
Yazdıklarıma
gelen tepkiler, yorumlar bu nitelikte olunca, ister istemez yanıt vermek gereği
hissetmiyor, dikkate almıyor insan.
…..
Ne
oluyor, neler oluyor?
Bilmiyoruz.
Bildiklerimiz
de, tarafların dezenformasyon şehvetine bulanmış.
…..
Üstüste
yığılmış ciltler, dergiler, kitaplar..
Saatlerdir
arasına gömüldüm; bulmaya çalıştığım “Nokta”nın “Nokta” olduğu dönemlerdeki
sayılarını toplayıp ciltlettiğim özel koleksiyonum.
Sözünü
ettiğim dönem 1985-1990 arası.
Demek
ki, üniversite üçüncü sınıftaymışım ilk almaya başladığımda.
Her
sayıyı alır, saklar, sonra da hepsini ciltletirdim.
O
kapağın olduğu cildi bulamadım.
Filistin
Askısı denen şeyin ne olduğunu ilk kez Nokta’nın kapağında görmüştük. 1985 ya
da 1986 olmalı.
O
sayı büyük gürültü koparmıştı.
12
Eylül karanlığının devam ettiği günler.
İlk
kez darbecilerin işkence yöntemleri resimli, ilk elden anlatımlarla
yazılıyordu.
Fakülteye
giderken, “ne olur, ne olmaz” diyerek,
kapıdaki polisten gizlediğimiz, kitabın arasına sıkıştırdığımız bir sayıydı.
Ama
o sayıya ilişkin ne bir toplatma kararı, ne dergi yayıncılarının gözaltına
alındığına ilişkin hiçbir bilgi yok hafızamda.
Tıpkı,
Özal, Doğramacı, Keçeciler, Demirel, İnönü, Ecevit gibi dönemin önemli siyasi
figürlerinin kılıktan kılığa sokulduğu diğer sayılar gibi…
Yıl
2015.
Günün
konusu, cenazenin önünden selfie çeken Erdoğan kapaklı Nokta dergisi sabahtan
toplatıldı, yayın sorumlusu gözaltına alındı.
Otuz
yıl sonra geldiğimiz NOKTA…
…..
Özal
demişken…
Şimdilerdeki
“Menderes-Özal-Erdoğan” üçlemesinin iki numarası.
Bürokratik
ahlâksızlığın alenileşmesi, köşeyi dönme edebiyatının, rüşvetin legalleşmesinin,
toplumun genlerine nakşedilmesi operasyonunun mimarı.
“Hemen Selim Edes’i
arattırıyorum. “Selim, Hong Kong’ta bir dükkandan 50.000 dolarlık alışveriş
yaptın mı?” diyorum. Edes’ten gelen cevap beni iyice şaşırtıyor “Valla
Metinciğim, bir sürü bürokratla bir elektronik dükkanına girdik. Ne
istiyorsanız alın dedim. Kaç para tuttuğunu hatırlamıyorum!” demez mi?” (Zoraki Bankacı, Metin Berk, ABM., İstanbul, 2014, 2.
Bası, s. 268)
Başbakanlıkta
namaz kılan, Cumaya giden ilk sivil Cumhurbaşkanı, öyle mi?
#filgunlugu
Bütünü için tıklayınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder