Şefika’yı anımsıyorum.
Gül’ü, Vahide’yi de…
Aynı sınıfın hem başarılı, hem uçarı üç
arkadaşın platonik sevgilileriydi.
12 Eylül zamanı.
Zor’un gençliğimizi vurduğu, zihinlerimizi
kanattığı zamanlar.
Şimdi var mı, bilmiyorum, Milli Güvenlik
Dersi.
Bir subay gelirdi.
Çatık kaşlı, sınıfı kendi mangası zanneden.
Derse gelirken nöbetçi öğrencinin kapıda,
esas duruşta ve gırtlağını patlata; “6 Fen B sınıfı emir ve görüşlerinize
hazırdır komutanım” diye ona hoş geldin çektiği bir subay.
Başlar dik, bakışlar karşıya bakmalı ve iki
el, avuç içleri sıraya yapışmış, put gibi olunmalı.
Toplu halde, delirdiğimiz zamanlar.
Cetvelle çizilmiş sınırın dışına taşan her
şeyin ezilmesi gerektiğine inandırıldığımız zamanlar.
O yangın yerinde okuduk lise son sınıfı.
17 yaşın tüm ateşiyle aşklar kurguluyorduk.
Bir Ege kentinde de olsak, bir kız ve
bir erkeğin birlikte aşk yaşamasının olanaksız olduğu zamanlardı.
Bize de, kurgulamaktan öteye gidemeyen
özlemler kalıyordu.
Kimbilir belki de, kızlar da aynı
durumdaydılar.
Ama bilemiyorduk, onların ne
konuştuklarını, ne hissettiklerini…
O kurgunun kahramanlarından biri, Şefika; yıllar sonra bir kitap
sayfalarının arasından düştü önüme.
O lise son sınıfın hem başarılı, hem uçarı
üç delikanlısından birinin, Nafer’in
kurgusundaki aşkıydı.
Kimi zaman dert ortağı olduğumuz, gençliğin
o en güzel günlerini birlikte yaşadığımız o üç arkadaştan biri, bu satırların
yazarı.
Diğeri Nafer
Ermiş.
Şimdilerde Hayat Böyle Bir Şey ile satış rekoruna koşan kitabın kitabın ve
başka kitapların yazarı.
Hayat
Böyle Bir Şey
kitabından düştü Şefika’nın ismi.
Nafer Ankara Siyasal’ı,
ben İstanbul Hukuk’u kazanıp dağıldık.
İlk sene Ankara’ya ziyarete gittiğimi
anımsıyorum.
Evet, kitaptaki o rutubetli, soğuk,
karanlık, bodrum kattaki eve.
Bir gece kalmıştım.
Öğrenci evinin dağınıklığına, yoksulluğuna,
Nafer’inkilerin eklendiği bir ev.
Kedi Kaspar’ı
anımsamıyorum.
Belki ben gittiğimde henüz “Nafer’in kedisi” olmamıştı daha.
Ama Işıl
ismini anımsıyorum.
Söylemişti Nafer bana, Işıl diye
bir kıza aşık olduğunu.
Sonra İstanbul’a dönüş ve birbirimizi
bulana dek aradan otuz küsur yılın geçmesi…
Hayat
Böyle Bir Şey’i
alıp okuyun.
"Yeni yazın" diye, şimdilerde dillendirilen
akımın öncüsü.
Tadı değişik, sarsıcı ve devrimci.
Yanında lise arkadaşım Nafer Ermiş’i
tanımak da, bonusu…
*Nafer Ermiş, Hayat Böyle Bir Şey, İthaki
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder